Wednesday, December 29, 2010




Go Oyununun Yapay Zeka Araştırmalarındaki Yeri


Bilgisayar, tavla ve damada dünya sampiyonlarini yenince kimse pek aldiris etmedi, ama 1997'de Deep Blue'nun Dünya Satranç Sampiyonu Kasparov'u yenmesiyle sonuçlanan karsilasma büyük yanki uyandirdi, çünkü pek çok kisi satrançta sansin çok az oldugunu, bu yüzden oyunun bilgisayarin asla edinemeyecegi bir zeka anlayisi gerektirdigini düsünüyordu. Insanlik bilgisayara yenik mi düsüyordu acaba?

Pek sayilmaz. Bilgisayarin düsünce tarzi insaninki gibi degil. Insanlar bir satranç maçinda oynanabilir hamleyle saçma hamleyi kolaylikla ayirt edebilirken, bilgisayar dogru hamleyi bulmak için hemen hemen bütün olasiliklari deniyor. Bu da aslinda pek zeka gerektiren bir sey degil!

Yapay zeka arastirmalari bu asamada devreye giriyor ve bilgisayari gelismis bir hesap makinesi olmaktan kurtarmaya calisiyor. Gelismis hesap makineleri satranç sampiyonlarini bile altedebildiklerine göre, yapay zekanin satranç programlari üzerinde kullanilmasina gerek yok. Iyi de bilgisayarin bizi yenemeyecegi incelik gerektiren hiç mi oyun yok? Var tabi:  Go..

1980'lerin sonunda bilgisayar programlari Go oyununun kurallarini ögrenebilecek seviyeye ulasti. (Kurallar zor oldugu için degil, aksine çok basit olusu nedeniyle Bu da 25 kyu seviyesi demek. Insanoglunun 4 dakikada ulasabilecegi bir seviye..

1998'de en iyi Go programi seçilen Handtalk, 3 kyu seviyesindedir. Bu da ortalamanin altinda bir amatöre denk. (Düsünün, bir yil önce dünya satranç sampiyonu bir bilgisayara yenilmisti)  Simdi hemen akliniza su soru gelebilir:  "Eskiden beri bilgisayar programcilari satrançla ilgileniyor, programlar gelistiriyorlar. Go oyununu bilen kaç tane bilgisayar programcisi var ki iyi bir program yapilsin?"   Bunun dogru olmadigini söylemek zorundayim, çünkü yaklasik 20 seneden beri, herhangibir profesyonel oyuncuyu yenebilecek bir bilgisayar programi için milyonlarca dolarlik ödüller bulunmakta! Internetteki bilgisayar go sitelerine göz atacak olursaniz, yüzlerce go programiyla karsilasirsiniz, ama programlarin çogu yavastir ve çok kötü oynarlar. (Ortalama 10-15 kyu)

Baska bir soru daha: "Önümüzdeki 15-20 yil içinde bu programlarin gelisip, dünya sampiyonlarini yenebilecek hale gelmeyecegi ne malum?"
Bu programlar elbette gelistirilecektir, ama bu hesap makinesi mantigiyla hareket edilirse, bizim torunlarimizin torunlari bile bu ödüllerin kazanildigini görmesi mümkün olmayacaktir. (*) "Satranç için de ayni seyler söyleniyordu zamaninda. Milyonlarca olasilik oldugundan. Bunlari ayirt etmenin olanaksizligindan...Go'nun da sonu böyle olmayacak mi?" Bu soruyu yanitlamak için önce satranç ve go arasindaki bazi farklardan bahsedelim:

Öncelikle en büyük fark, oyun basinda tahtanin durumundan ileri gelmekte. Satranç oyununda, oyun basinda bütün taslar tahta üzerindedir ve yerleri kurallara göre belirlenmistir. Bu da bilgisayar programcilarinin çok isine gelen bir özellik, çünkü düsünülmesi gereken iki ana nokta kaliyor oyunu programlarken: taslarin degeri ve durum degeri.  Durumlarina bakilmaksizin, satranç taslarinin degeri söyle kabul edilir:


Satranç Algoritmalarında Taşların Kabul Edilen Puan Değerleri
TaşPuan Değeri
Vezir9
Kale4,5
Fil3
At2,5-3
Piyon1



Bunun disinda taslarin en çok hareket yetenegi kazanabilecegi hamleler tercih edilir (Örnegin açilista ilk hamleyi Sah'in önündeki piyonu iki kare ilerleterek yaparsaniz hem vezirin hem de filin önünü açmis olursunuz).  Bu durum analizleri sayesinde son 500 yilda gelistirilen pek çok açilis sayesinde satranç karsilasmalari her geçen gün daha da kaliplasmaya baslamistir. Ortalama 25 hamle süren bir satranç maçinin ilk 5 hamlesi degismez açilislar, sonraki 5 - 6 hamle de bu açilislarin devam yollarina göre oynanmakta, açilis ansiklopedisine uymayanlar (harikalar yaratmadikça) oyunu kaybetmektedirler. Neredeyse oyunun yarisi önceden bellidir. Günümüzde profesyonellerin oyunlarina bakacak olursaniz, oyunlarin büyük bir çogunlugunun beraberlikle sonuçlandigini görürsünüz. Açilislarinda en ufak bir hata yapmayan oyuncular, çok zekice bir hamle yapamayinca beraberlige boyun egiyorlar.


Go oyununda durum nasil o zaman? Go'da oyun basinda tahta bostur. Tutunacaginiz bir dal yok gibidir oyun basinda. Yeni kesfedilen bir adaya degisik yerlerden birlik çikaran bir ordu komutanisiniz. Yalniz, ayni anda düsman kuvvetlerinin de adayi istila etmekte oldugunu unutmayin. Onlardan daha genis alani kaparsaniz kazanirsiniz. Uzun yillar denenmis, kuvvetliligi ölçülmüs hamleler olmasina ragmen bunlar sadece oyunun ilk 5 - 6 hamlesini etkiler. Oyunun ortalama 200 - 250 hamle oldugunu düsünürsek bunun pek önemli olmadigini görürüz. Bir oyuncu açilislarin tümünü ezberlese bile bu ona pek bir sey kazandirmaz. Belirli bir yerden sonra ezberleyen ezberledigiyle kalir. Bu durum, elbette satranç için de geçerli ama oyunu bilmeyenin go'daki yenilgisi daha korkunç olur. Nitekim go programlari bu tip yenilgilere alisik!  Go taslarinin belirli bir puan degeri yoktur, çünkü bütün taslar ayni sekle sahiptir. Taslarin degeri ancak tahtadaki yerlerine göre olusur, ama pozisyonlara göre bunlari bulmak oldukça zordur. Oyunu iyi bilen biri niye tasi suraya degil de onun yanina oynadigini yeni baslayan birine kolay kolay açiklayamaz. Taslarin tahta üzerindeki konumlarini gezegenlerin gökadalardaki konumlarina benzetebiliriz aslinda. Az ya da çok hepsinin birbirine etkisi vardir. Yeni baslayan oyunculara oyunun nasil gelistigi anlasilmaz gelebilir. Hamleleri yaparsiniz ve bir anda ne olup bittigini anlamadan küçük bir alana hapsedildiginizi anlarsiniz. Tecrübe kazandikça oyunun gelisimini kontrol edebilecek hale gelirsiniz.  Go'nun bir baska özelligi de savasin yalnizca bir cephede degil pek çok cephede geçmesidir. Bilgisayarin kontrol edemedigi seylerden biri de hangi cepheye ne zaman önem vermesi gerektigi, hangisinin daha önemli oldugudur.

Peki bilgisayar go'da insani yenemeyecek mi? Yenebilir tabi! Ama insan gibi düsünmek sartiyla! Bu da yapay zekanin gelismesiyle ulasilabilecek bir sonuç. Bilgisayar programcilari, go oyunu programlamayi yalnizca bir meydan okumaya karsilik vermek için degil, yapay zeka arastirmalarinda önemli bir çigir açacak ilerlemelerin yolu olarak görmelidir.


(*) Satrançta olasi degisik oyun sayisi  10120  dir. OMNI Magazine'in Haziran 1991 sayisina göre, bu sayi go oyununda 10761'dir. Bu olasilik farki bile insana aradaki farkin büyüklügü hakkinda bir fikir verebilir.


Not :  Alıntıdır.

Çince Odası (Chinese Room)

California üniversitesinden John SEARLE bilgisayarların düşünemediğini göstermek için bir düşünce deneyi tasarlamıştır. Bir odada kilitli olduğunuzu düşünün ve odada da üzerlerinde çince tabelalar bulunan sepetler olsun. Fakat siz çince bilmiyorsunuz. Ama elinizde çince tabelaları ingilizce olarak açıklayan bir kural kitabı bulunsun. Kurallar çinceyi tamamen biçimsel olarak, yani söz dizimlerine uygun olarak açıklamaktadır. Daha sonra odaya başka çince simgelerin getirildiğini ve size çince simgeleri odanın dışına götürmek için, başka kurallarda verildiğini varsayın. Odaya getirilen ve sizin tarafınızdan bilinmeyen simgelerin oda dışındakilerce `soru` diye, sizin oda dışına götürmeniz istenen simgelerin ise `soruların yanıtları` diye adlandırıldığını düşünün. Siz kilitli odanın içinde kendi simgelerinizi karıştırıyorsunuz ve gelen çince simgelere yanıt olarak en uygun çince simgeleri dışarı veriyorsunuz. Dışta bulunan bir gözlemcinin bakış açısından sanki çince anlayan bir insan gibisiniz. Çince anlamanız için en uygun bir program bile çince anlamanızı sağlamıyorsa, o zaman herhangi bir sayısal bilgisayarın da çince anlaması olanaklı değildir. Bilgisayarda da sizde olduğu gibi, açıklanmamış çince simgeleri işleten bir biçimsel program vardır ve bir dili anlamak demek, bir takım biçimsel simgeleri bilmek demek değil, akıl durumlarına sahip olmak demektir.
John Searle tarafından, makinenin insanla aynı şekilde anlayıp yorumlayabileceği yolundaki yapay zekâ teorilerini çürütmek için kurguladığı bir paradigma. Bir insan, penceresi bulunan bir odada oturur. Çince bilmez, ama elinde her Çince cümlenin Çince cevabı bulunan bir sözlük veya kurallar kitabı vardır. Kağıda yazılı olarak pencereden kendisine verilen cümleleri alır, sözlükte bunların karşılığına bakar ve cevapları yazılı olarak yine pencereden verir. Uygun bir davranış (her cümleye doğru cevap) sergiliyor olsa da, iletilen şey konusunda hiçbir şey anlamaz. Bir bilgisayar modelinin yapabileceği en iyi şey, olsa olsa, Çince odasında bulunan kişinin yaptığı şeydir ve bu nedenle bilgisayar, insan anlayışını taklit edemez. Yapay zekâ bir sözdizimi (syntax) sağlayabilir, ama anlam-yorumu (semantics) sağlayamaz. Çince odası, akıllı makineler için kullanılan Turing makinesi modeline karşı güçlü bir eleştiri olarak ortaya konmaktadır.
 n Vezir Bulmacası, n ≥ 4 için n×n boyutunda bir satranç tahtasına n adet vezirin birbirini alamayacak biçimde yerleştirilmesi sorunudur. hadi çözelim....

Wednesday, December 15, 2010

Bir YGA ANI DAHA :)


          Sizinle bir YGA  anını daha paylaşmak istiyorum. İçimde yankılanan seslerin bir tarifi aslında .
  Ve Evet Mulakatlara katılma şansını elde ettim.Bu haftasonu istanbul yolu göründü ,33 000 hayal ortağı arkadaşımdan 500 kişi içerisine kabul edildim.Dileklerim vuku buldu,Buna Yürekten inanıyordum,inancım bir kez daha dilediğim  yola koşmam gerektiğini ve koşabileceğimi söyledi bana ,Mulakatları da geçeceğime inanıyorum.Umarım daha iyi bir insan olma yolunda hayal ortaklarımla yürüyebilirm ..

SY_Sahneye Davet Uzun from Begum Devrim on Vimeo.

Sunday, December 12, 2010

SERAdayız !... :)

Bu gün Gazi Mustafa Dedemizi 1 saat kadar beklettik ,fakat saat 11 gibi yanındaydık ve bizi tekrar gören yaşlı dede ve ninelerimizin gülüşlerini görebilmek ,gecelerdir özlemiyle rüyalarımda dolaştırdığım dedeciğimin hasretini biraz olsun hafifletebilmemi sağladı,ne güzel şey aranmak ,sevdiklerinin seslerini duyabilmek,


  Duyamayan ve duyuramayanların seslerinde soluklanmak !....




     Dün kü tarihi araştırmalarımızın kritiğini yapma fırsatı bulabildik Sabahattin dede ile,bize Yeniçeri Osmanı ,Merkez Efendi yi ,Hz. Yuşa peygamberi,Cem sultanı,Aziz Mahmut Hüdayi,Abdül Kadir Geylani ... böylesine dolu bir insanın hayatını bir kırık bacak ne denli sessizleştirebiliyor,tabi bu bize onunla konuşabilme fırsatını veriyor :))

     Sevgiye ve gülen yüzlere sıla hasreti çekiyor buradaki insanlar ,tatlı bir kıskançlık demeli başka kelimeyle ,paylaşamıyorlar torunlarını,bir evlatları da siz oluveriyor ,kopamıyorsunuz,KOPMAMALI DA !
    Neyse ,Mustafa dede nin sohbetine de doyum olmaz ya ,bugün bize madalyasını gösterdi ve harbin en ateşli kısmında yedi kat çemberi süngüyle nasıl yardıklarını anlattı ,9 kişiden sağ kalan tek kişi ... yarılı.... daha neler neler ,acısı büyük ,elleri kuvvetlice titriyor anlatırken yaralarını ,ne  taze ne  diri ,,,,, ne kolay yaşıyoruz bakıyorum da ,ne denli güvende ,birlikte .....
   Bilgisayarcıyız ya bu nimetten Mustafa Dedemizi faydalandırmamak olmaz ,savaşın kritiğini beraberce internetteki haritalardan yaptık ,eskilerden şarkılar dinledik ,resimlere baktık...Açıkçası amansız kore savaşının internette yazılır çizilir olmasına sevindi de ,uzun süredir hiç kimse önemsemiyormuş ondaki bu yaşanmışlığı ,merak uyandırmıyormuş konuştuğu kimsede ,unutulur olmuş diye yakınıyordu ,haklı da   UNUTMAMALI...!

  Haftaya Şükrü Paşa ya gidiyoruz :)) her haftasonu yeni bir macera ! Araştırmalı ....
  

CEM SULTAN VAKASI (OLAYI)
Bu gün 3 arkdaş Osmanlı Devleti hakkında konuşurken konu ,padişahlarımızın ölüm nedenlerine oraan da , Genç Osman a ve Cem Sultan a geldi,biraz araştıralım dedik  ve edindiğim bazı bilgileri sizinle de paylaşmak istedim.
 Aşağıda Cem Sultan ile kardeşi II Bayezid arasında geçen bir konuşmaya da değindim.Cem Sultan tahtı hak ettiğini düşünüyor,II.Bayezid ise ona bu Allah'ın taktiri,sen dünya işine bel bağlama diyor,tartışılması gereken bir durum aslında, Eğer taht ikisinden birinin hakkı ise ben Cem sultanı haklı görüyorum.Bu görevi iktidar tutkusu değil , Cihad tutkusu için yapmak istediğini düşünüyorum II.Beyazıt ın ise şans eseri  elde ettiği bu   iktidar gücünü,aslında kendi tutkusu için bırakmadığı görüşündeyim,çünkü güç sahibi herzaman insiyatif kullanabilir,kişi elinde tuttuğu güç ile sınanabilir.II Beyazıt elindeki bu güç ile sınandı,tutkusunun esiri oldu ,diye düşünüyorum.Fakat diğer padişahların askine kardeş katlini değil de kardeş kalbini savunması  ,kardeşinin hayatı için elinden geleni yapması takdire şayan,yüce bir yürek,saf bir sevgi .
Hiçbirşey göründüğü gibi değil,derin bir örüntü başı sonu belli değil,saklı bir dünya oyunu..
Aslında çok boyutlu bir durum her yönüyle ibretlik,her yönüyle akıl tutulması,ne büyük bir sevgi ve ne büyük bir tutku,aynı kutuya koymak nekadar da zor.....
Peki ya birlik yerine teklik tercihi,bu büyük hiyerarşi,ölüm mü tek çaresi,kardeş katli mi,yok mudur aksi bir örneği...
Tutkularımız uğruna küçük bir aile bile olamazken,koca cihan  devlet olmak nasıl mümkün?
Soruyorum kendime ,nedir devlet bekası,hepimiz için ise neden o küçük ailenin fertleri bölünmeli ölmeli,yok bizim için ise onlar da biz değil mi ,neden baştakinin diğerlerini öldürmesine biz halk olarak, devlet bekası olarak izin verdik,doğru yerde susmasını bilemedik ,her yerde sustuk.
Genç Osmanı yeniçerilere boğdururken de sustuk ,cem sultanı ,abdülmecit i öldürülürken de ....anlaşılan onlar padişahlığı becerdiler de biz halk olmayı beceremedik. Sadece ağıt yakmayı becerdik!......

Cem Sultan vakası, beş asır öncesinden kalan hüzün, acı ve ıztırap dolu bir hikâyedir... Osmanlı tarihinde Yıldırm Bayezid' in Timur' un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük trajik hadisedir.

Cem Sultan, Türk tarihinin en bahtsız isimlerindendi. Fatih'in oğluydu ve zamanının en meşhur alimlerinin elinde yetişti. Devlet idaresine daha çocuk yaşındayken alıştırıldı; sancak beyliği ve valilik yaptı. Babası 1481 Mayıs'ında öldüğü zaman Cem henüz 22 yaşındaydı .3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine Amasya'da bulunan Şehzade Bayezid ve Konya'da bulunan Cem Sultan'a sadrazam Karamani Mehmed Paşa tarafından ulaklar gönderildi. Ancak Cem Sultan'a gönderilen haberci, yolda Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalandı.

Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Bu olayların yaşanması üzerine yeniçeriler ayaklanıp Karamani Mehmed Paşa'yı öldürdüler (4 Mayıs 1481). Şehzade Bayezid'in, İstanbul'da bulunan oğlu Korkut'u saltanat naibi ilan ederek onu tahta çıkardılar.


Şehzade Bayezid, 21 Mayıs 1481 günü İstanbul'a varır varmaz devlet idaresini eline aldı. Cem Sultan ise 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481'de İnegöl önlerine geldi. Sultan İkinci Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan'ın üzerine gönderdi.

28 Mayıs'ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan Bursa'da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı. Çok geçmeden Sultan İkinci Bayezid'e bir mektup gönderen Cem Sultan, Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmayı teklif etti. Kabul edilemeyecek bu teklif karşısında harekete geçen Sultan İkinci Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan'ın üzerine yürüdü.

Yenişehir Ovası'nda yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, Konya'ya geldi. Burada da kalamayacağını anlayan Cem Sultan, yanına ailesini de alarak Kahire'ye doğru yola çıktı. Kahire'de iken Hac mevsiminde Hicaz'a gitti. Hac'dan sonra tekrar Kahire'ye gelen Cem Sultan, ağabeyi Sultan İkinci Bayezid'den bir mektup aldı. Bu mektupta, padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu. Ancak Cem Sultan bunu kabul etmedi. İkinci bir teklifi de geri çeviren Cem Sultan, tekrar ülkesine döndü.

27 Mayıs 1482'de Konya'yı kuşatan Cem Sultan, Sultan İkinci Bayezid'in yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara'ya gitti. Oradan da tekrar Mısır'a gidecekti, ancak yollar tutulmuştu. Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d'Aubusson onu Rodos'a davet etti.

 Anadolu'ya geçip ağabeyiyle bir başka savaşa tutuştu, tekrar yenilince de memleketini ebediyyen terketti, asırlar boyunca tarihin en büyük gurbet maceralarından sayılacak olan 13 senelik bir gurbete atıldı.

İlk durağı, Rodos' tu. Adanın o zamanki hâkimi olan şovalyeler Cem' i hem Avrupa' ya, hem ağabeyi Bayezid' e pazarlamaya çalıştılar, iki taraftan da binlerce altın kopardılar ama bir Türk baskını endişesiyle Cem' i Fransa'ya geçirdiler. Avrupa'daki hemen bütün devletler Cem'i ele geçirebilmek için uğraşıyor, şovalyeler ise şehzadeyi bir şehirden ötekine taşıyorlardı. Şovalyelerin reisi d'Aubusson bu tehlikeli maceraya nihayet bir koydu: Yüklü bir para ve kardinal unvanı karşılığında Cem' i Roma' ya, Papa İnnocent' e satıverdi.

Fatih' in bu en sevgili oğlu artık Roma'daydı ve Hristiyan dünyasının Türkler'e karşı hem pazarlık hem tehdit konusu haline gelmişti. Papa'nın hayali Cem' i İstanbul'a karşı başlatılacak bir Haçlı seferinde kullanmaktı, hattâ bu iş için Tuna boylarında bir Macar ordusu bile bekletiliyordu ama şehzade memleketine karşı olan bütün bu teklifleri reddetti. Venedikliler'le Napoli Krallığı da Cem'i Papa'nın elinden alabilmenin yarışındaydı; Papa ise İstanbul'dan daha fazla haraç alabilmenin peşinde... Bayezid, tahtın rakibi Cem'i kendisine iade etmesi yahut öldürmesi için Vatikan'ı hazineler teklif ediyor, Papa ise İstanbul'un altın musluklarını açık tutabilme çabasıyla Cem'i kaleden kaleye naklediyor ve İstanbul'dan devamlı bir haraç alma yolunu seçiyordu.

Derken İnnocent öldü, yerini o zamanların İtalya'sının en kanlı ailelerinden birinden, Borjiyalardan gelen Roderica aldı ve 6. Alexandre ismiyle papalık tahtına oturdu. İtalyanlar Cem'i Alexandre zamanında da pazarladılar ve Bayezid'den kâh tehditle ve kâh vaadlerle her sene gene keseler dolusu altınlar alındı. Günün birinde Fransa Kralı 8. Charles Cem'i kullanarak Kudüs'e doğru bir Haçlı Seferi planladı. Şehzadeyi ele geçirmek için Roma'ya girdi ve Papa için Cem'i krala vermekten başka çare kalmadı. Papa Alexander şehzadeyi Fransız kralına teslim etti ama bahtsız Cem bir başka gurbete uzanışından birkaç gün sonra, 1495'in Şubat'ında acılar içinde kıvranarak can verdi. Papa, seneler boyu haraç kaynağı olan şehzadeyi başkasına yâr etmemiş, Kral' a vermeden önce zehirlemişti...

Cem' i tam 13 yıl İstanbul' a karşı senelerce koz niyetine kullanan Avrupa, şehzadenin tabutunu bile para vasıtası haline getirdi. Tabut yeniden şehir şehir dolaştırıldı. Cenazesi Bursa' ya getirilip defnedildiğinde ölümünün üzerinden iki sene geçmiş ve Bayezid' e çok büyük bir hazineye malolmuştu.

Cem Sultan'ı kullanmak isteyenlerden birisi de Papa VIII.Innocent'di. Papa, Cem Sultan'ı bahane ederek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca Cem Sultan'a Hıristiyan olma teklifinde bulundu. Buna karşılık Cem Sultan ona şöyle cevap verdi: "Değil Osmanlı Saltanatı, hatta bütün dünyanın padişahlığını verseniz dinimi değiştirmem".



Cem Sultan, ağabeyi Sultan İkinci Bayezid'e yazdığı bir şiirinde ona şöyle seslenir: "Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan, Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne" (Sen gül döşenmiş yatakta neşeyle gülerek yatarken, ben zahmet ve eziyet içinde küle batayım, neden)



Sultan İkinci Bayezid ise ona şöyle cevap verir: "Çün rüz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet, Takdire rıza vermeyesin böyle sebeb ne, Haccacü'l-Haremeynüm deyüben da'va kılarsun, Ya saltanat-i dünyeviye bunca taleb ne" (Bize ezelden saltanat kısmet imiş, sen ise kadere rıza göstermedin buna sebep ne, Hacca gittin kendini temizlemek davasına düştün, peki dünya saltanatı için bunca hırs niye"



Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid'in Timur'un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük trajik hadisedir. Rumeli'den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 13 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa'nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.



Papa'nın bir haçlı seferine kumanda ederek Osmanlı devleti ile savaşma teklifini reddettiğinde Papa, dilini anlamadığını zannettiği Cem Sultan'a:"Öyleyse burada it gibi sürün" demesine karşılık olarak Cem Sultan, Papa'ya şöyle demiştir: "Sizin elinize düşen itten beter olmayacağızdı da, ya nice olacağızdı" ve Papa'yı utandırmıştır.



Cem Sultan'ın bakım masrafları için Papa, Sultan İkinci Bayezid'den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan'ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. Bu olay ileride Şehzade katli için de önemli bir mesnet teşkil etmiştir.




Cem Sultan, bunca olaydan sonra 25 Şubat 1495'de vefat etti. Sultan İkinci Bayezid bu olaya çok üzüldü ve üç gün yas ilan etti ve Cem Sultan'ın gıyabında cenaze namazı kıldırdı. Sultan İkinci Bayezid Cem Sultan'ın naaşını alabilmek için çok uğraştı. Vefatından 4 yıl sonra 1499 yılının Ocak ayında Cem Sultan'ın cenazesi Osmanlı topraklarına getirilerek Bursa'da kardeşi Şehzade Mustafa'nın yanına gömüldü. Böylece yıllar süren macerası sona erdi ve en azından cenazesi kendi topraklarına defnedildi

Wednesday, December 8, 2010



UYDU YÖRÜNGELERİNDEKİ SAPMA, İZAFİYETİ DOĞRULUYOR...

İZAFİYETİN DOĞRULANMASIYLA; ZAMANIN DA SADECE BEYNİMİZDEKİ BİR ALGI OLDUĞU DOĞRULANMIŞ OLDU.

Görelilik kuramının doğruluğu, iki bilim adamı; Ignazio Ciufolini ve Erricos Pavlis tarafından çeşitli ölçümler yapılarak kanıtlandı. NASA, projeye 600 milyon dolarlık bir bütçe ayırmıştı.

NASA'nın yetkililerinden olan Erricos Pavlis, "Einstein'ın, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken uzay ve zamanı büktüğünü söylediğini, kendilerinin de bundan yola çıkarak araştırma yaptıklarını" belirtti. Araştırmanın sonucunda ölçüm yapılan uyduların yörüngesinde Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirlendi.

Yani uydular yörüngelerinden yılda iki metre kadar dışa doğru itiliyorlardı. Bu, Einstein'ın uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili hesaplarıyla %99 uyumlu bir bulguydu. Colorado Üniversitesi fizikçilerinden Neil Ashby bu sonuçla ilgili olarak, "Bu, gerçekten de uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili ilk kesin ölçüm" açıklamasını yaptı.

>>>"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)

23 Ekim 2004 tarihli Radikal gazetesinde, bu önemli bulguyla ilgili şöyle bir haber yapılmıştı:

... Pavlis, "Şayet Dünya, etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki uyduların yörüngesi değişmeliydi" dedi ve bu düşünceden hareketle LAGEOS-1 ve LAGEOS-2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer ışını kullanarak ölçtüklerini anlattı.

Pavlis, "Her iki uydunun yörüngesinde de Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirledik. Ölçümlerimiz, görelilik teorisinden hareketle daha önce yapılan hesaplara yüzde 99 uydu" dedi. İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Ignazio Ciufolini ve ABD'deki Dünya Sistemleri Teknolojisi Birleşik Merkezi'nden Pavlis, 11 yıl iki uydudan gelen lazer sinyallerini inceledi.

Sunday, December 5, 2010

Tanıştığım ilk Kore Gazisi Mustafa Dede ,tam bir ay gemi ile yolculuktan sonra ,1 yıl boyunca Kore de savaşmış  ve sonunda yaralanıp 1 ay da hastanede yatmış.
 Birdaha ki buluşmamızda Mustafa Dede bize kore savaşında ki hücüm planını çizecek :)
Bir hafta nasıl bekleyeceğim :( 

Saturday, December 4, 2010

Haydi Her Hafta Bir Birkaç Saatimizi Kimsesiz Kardeşlerimize Ayıralım?

Bu Günden Başlamaya Ne Dersiniz?

Uyanır Uyanmaz ,Bir Kalem ,Bir Oyuncak,Bir Defter Tutuşturup Elimize ,Kimsesiz Kardeşlerimize Kahvaltıya Gidelim.Bizsiz Geçirdiği Her Günü Yazmasını İsteyelim ,Ve Haftada Bir Sabah ,Gazete Okumak Yerine , ONUN HER GÜNÜNÜ okumak için gidelim  .
Bize Eşlik Edermisiniz ?



bir yürek tutuşturduk ellerimize !

YGA Liderlik Konferansından İzlenimlerim

Tekrar Merhaba !

Vize dönemimi kendimce başarılı bir biçimde atlattım sonunda ve beklediğim an geldi,içimde tutamadıklarımı sayfama dökmek için hızla geldim.

Bileklik bile benim için bir meta olmaktan çıktı ,soyut anlamıyla hala bileğimde dolaşıyor.. :)  Birazdan yga formunu dolduracağım,umarım hissettiklerimi onlara tam anlamıyla anlatabilirim .Beklemek zorrrr!

zihnini ve kalbini geleceğe açan kişiler gerçek lider olabilir.........

Güler hanım konuşmasında daha sonra ;

lider--------> gidilecek hedefi,takip edilecek  yolu tahmin edebilen ,uçurumlara karşı geçiş köprüleri kurabilecek gücü kendinde bulan ,bugün ile gelecek arasına köprü olup serilecek,tek bir kişi değil ,kollektif bir grup ile çalışabilecek kişidir.

Asıl liderlik ,süreci süreci farklılaştırabilmekten geçer.
ve liderlik sürekli değişmeyi istemek ,değişimden korkmamak,değişimi yaratabilmek demek .
sözlerine yer verdi.


Aslında bu cümleler belki de değerli edebiyatçılarımızdan biri tarafından da kurulabilirdi.
Fakat bu durumun beni asıl etkileyen yanı ,yüzlerine baktığımda; evet bu insanlar ,yüreklerinde dünyayı değiştirebilecek gücü bulmuşlar ve bunun için çalışmaya bile başlamışlar,hayallerindeki herşeye gözlerini karartıp,kulaklarını kapatıp koşmaya başlamışlar .
 Çok etkilendim bu zihni berrak insanları gördüğümde, çünkü gözlerindeki yaşanmışlığı gördüm,yeni ,iyi ve güzel isteğini gördüm ama eskisi  gibi gözlüklerin ardından değil gönül gözümle,aslında kendi istediklerimi görmüşüm,kendimi bulmuşum .
Ve artık yaptım dediğim herşeyi bir kenara koyuyorum.Yeni bir sayfa denilecekse yenibir sayfa ,kopan bir yaprak denilecekse o kuru yaprak olacağım ,telaşsız,deli bir rüzgara kapılmış ,gizliden,okyanusa sürüklenen ,fakat konduğu heryeri güzelleştirebilen ,konduğunda birşeyleri değiştirebilen , yokluğunda da devam ettirebilen,

Okyanus için mi kururum ,gidişim rüzgara  mı yarar göreceğim ;
   Ben yürümeye şimdi başlayacağım ,zamana değil küskünlüğüm artık ,sitemim bir kendime,   gidemeyişlerime,
        Bekleyecek vakit yok ,sesizlere ses olmalı,yaşlıya değnek !......
Bakarsın kapılmak yerine bir deli rüzgarın öfkesine  , katarız rüzgarı da önümüze , bir hengame ,dökülürüz dünyanın tam  göbeğine.... Nedersiniz?


Gezindiğimiz bu çorak toprağa, ayak izimizden sızan berrak sular bırakabilmek ümidiyle!!!! 
   

Thursday, December 2, 2010

YGA :)

YGA Liderlik Konferansından İlk İzlenimlerim

Merhaba Hayal ortaklarım !!

Zihnime işleyen bu hitabı oldukça seviyorum ve izninizle size de böyle hitap edeceğim.
Bugun belki de hayatımda ki en değerli konuda en onurlandığım ,anları yaşadığım,kelimelere dökmekte zorlandığım anlar yaşadım .

       Evet ,dünyada hala bir örneğinin var olduğuna şahit olduğum ve bu örneğe de kendi ülkemde rastladığım bu hamurda,kusursuz bir sevgi arayışına,idealist bensiz bir bakış açısına,içtenlik,dürüstlük,cesaret ve ortak aklın eşsiz sekilenişine tanık oldum.27 kasım 2010 insani değerlerimi gerçek anlamda tekrar sorgulamam gerektiğini anladığım bir tarih.Yaptıklarımın, hayal ortaklarımın yaptıkları karşısında,yapabileceklerim karşısında ,yetersiz kaldığını gördüm.
Aynı zaman ve mekanı paylaştığım bunca insan(çift kanatlı melek) konuştukça ,küçüldü yüreğim ,o kadar büyüktü ki yürekleri ve küçüktü ki benlikleri ben küçücük kaldım ,yetmedi beni de aldılar aralarına o kadar büyüktü ki yürekleri yüreğim ilham aldı genişledikçe genişledi,bensiz kaldım.
       Bakışları yüreklerindeki derinliği yansıtan bir ayna...o kadar derin ki yürekleri ,onlar baktıkça yüreğime ,derinliklerinde kayboldum ben de, Allah ım bu ne coşku, hayallerimin izdüşümlerini bu meleklerde görmek,doğrularımı nasıl gerçekleyeceğimi kavramamı sağladı.Dünyada başka hangi toplulukla bu derece içten ,adil,cesaretle çalışılabilirdi.
      Sabrınızı zorlayarak en baştan anlatmak istiyorum. Günlerdir beklediğim YGA için sadece sayılı saatler vardı ,sabah 05:45 de edirneden İstanbul a kalkacak aracımız gelene kadar 1 saat kadar uyumaya karar verdiğimde saat tam 03:00 tü.YGA ya birlikte gitme fırsatı yakaladığım namıdeğer ötünç (özlem) ,beni uyandıracağını söylemişti,fakat geçmişteki istisnalardan 1 saatlik uyku için koca semineri kaçırma korkusu içimi sarmaladı ve uyumak ne mümkün,hala ayaktayım, bahsettiğim saatte bir otobüs arkadaş ile birlikte yola çıktık,Trakya sorumlusu liderimiz de diğerleri gibi oldukça içtendi,biraz sohbet sonrası Lütfi Kırdar da idik.Ne görelim …..hayatımın en uzun kuyruğu belki de 1000 kişi kapıda sıradaydı,Belki bukadar uzun bir sıra beklememiştm fakat bu denli eğlenceli bir kuyruk ile de karşılaşmamıştım.


Beklemeye değer tabi,Askeri Müzenin toplarını izlerken sıra bize gelmişti bile,girdik girmesine de salon tıklım tıklım oturacak yer yok ,kedi gibi sağa sola koştuktan sonra,balkonda (en güzel yerdi) yer bulduk.Atmosfer karşılaşacağım şeylerin ehemmiyetini ve içtenliğini yansıtıyordu,………………..İlk konuşmacı Sevgili Güler Sabancı  =)  daha önce bukadar idealist bir kadın ile karşılaşmamıştım.Dünyada ilk 50 kadın arasında gösterilmesine şaşmamalı,anlattıkça büyüdü gözlerimde,Sakıp Babanın ancak böyle bir kızı olabilir dedirtiyordu adeta.DÜRÜSTLÜK ,CESARET,İNANÇ , ÖNGÖRÜ,YARATICILIK,İNSAN SEVGİSİ kelimelerini ağzından düşürmedi,konuşurken yaşıyor,yaşarken savaşıyordu.İNSAN SEVGİSİ,İNSAN SEVGİSİ......


       Tv lerde gazetelerde insanı paranoyaya düşürecek ,hayattan ,insanlardan soğutacak onca sebep varken, sokaklarda cinayetler ,kaçakçılık kol geziyorken,beyaz bir buluta doluşmuş bunca çift kanatlı meleğin ,güzel bir geleceğe bugünden başlamak üzerine konuşabilmeleri ,tasfir edilemeyecek kadar güzel ve ufuk açıcıydı.
Sahada deneyim, tecrübeye dayalı eğitim,pratik uygulama……. Kişisel gelişim ile ilgili yazılmış onlarca kitap bulabilirsiniz.fakat kişisel gelişim bir araçtır,daha İYİ bir dünya için bizlere dünyayı değiştirecek insanlar gerek …. Diyecek kadar bugünü bilen ve ileriyi gören bir kadın Güler Sabancı ve gelecek yy ın liderleri takım arkadaşlarına güç verecektir diyor ve İNANCI; söylediklerine ,yapılması gerekenlere inanmak,cesaretini korumak,şikayet etmemek,sorunlarla değil çözümlerle uğraşmak ve ön yargısız iyi niyetli yaklaşım diye tasfir ediyordu.

Ve Sakıp Babanın gücünü nerden aldığına değinerek bize de başarılmış bir yolun ,gizli haritasını sunuyordu.Bu gücü önce kendine ,ekibine ,çevresine ve Türk halkına inancına bağlıyormuş Sakıp Baba ,akıldan plandan ,çalışmak ,inanç ve çözümden (her şartta)yanaymış.

Benim fikrimi soracak olursanız ,Evet belki Sakıp Baba da 1 çirt çorap  götüremedi yanında fakat ,yakutları çatlatacak güzellikte bir kalp ve berrak bir zihin götürdü,bize de aynasından yansıyan parıltılar bıraktı… bu mirasın bilincinde olduğunuza eminim.









        Maalesef şu sıra sınav dönemim ve içimden kopartarak anlatmak istediğim şeyleri birkaç gün ertelemek durumundayım. Birkaç gün içinde diğer izlenimlerimi de geciktirmeden paylaşacağım .Şimdilik özünüze mohkem bakın :)



Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2011

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2009

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2007

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2008

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2009