Wednesday, December 29, 2010




Go Oyununun Yapay Zeka Araştırmalarındaki Yeri


Bilgisayar, tavla ve damada dünya sampiyonlarini yenince kimse pek aldiris etmedi, ama 1997'de Deep Blue'nun Dünya Satranç Sampiyonu Kasparov'u yenmesiyle sonuçlanan karsilasma büyük yanki uyandirdi, çünkü pek çok kisi satrançta sansin çok az oldugunu, bu yüzden oyunun bilgisayarin asla edinemeyecegi bir zeka anlayisi gerektirdigini düsünüyordu. Insanlik bilgisayara yenik mi düsüyordu acaba?

Pek sayilmaz. Bilgisayarin düsünce tarzi insaninki gibi degil. Insanlar bir satranç maçinda oynanabilir hamleyle saçma hamleyi kolaylikla ayirt edebilirken, bilgisayar dogru hamleyi bulmak için hemen hemen bütün olasiliklari deniyor. Bu da aslinda pek zeka gerektiren bir sey degil!

Yapay zeka arastirmalari bu asamada devreye giriyor ve bilgisayari gelismis bir hesap makinesi olmaktan kurtarmaya calisiyor. Gelismis hesap makineleri satranç sampiyonlarini bile altedebildiklerine göre, yapay zekanin satranç programlari üzerinde kullanilmasina gerek yok. Iyi de bilgisayarin bizi yenemeyecegi incelik gerektiren hiç mi oyun yok? Var tabi:  Go..

1980'lerin sonunda bilgisayar programlari Go oyununun kurallarini ögrenebilecek seviyeye ulasti. (Kurallar zor oldugu için degil, aksine çok basit olusu nedeniyle Bu da 25 kyu seviyesi demek. Insanoglunun 4 dakikada ulasabilecegi bir seviye..

1998'de en iyi Go programi seçilen Handtalk, 3 kyu seviyesindedir. Bu da ortalamanin altinda bir amatöre denk. (Düsünün, bir yil önce dünya satranç sampiyonu bir bilgisayara yenilmisti)  Simdi hemen akliniza su soru gelebilir:  "Eskiden beri bilgisayar programcilari satrançla ilgileniyor, programlar gelistiriyorlar. Go oyununu bilen kaç tane bilgisayar programcisi var ki iyi bir program yapilsin?"   Bunun dogru olmadigini söylemek zorundayim, çünkü yaklasik 20 seneden beri, herhangibir profesyonel oyuncuyu yenebilecek bir bilgisayar programi için milyonlarca dolarlik ödüller bulunmakta! Internetteki bilgisayar go sitelerine göz atacak olursaniz, yüzlerce go programiyla karsilasirsiniz, ama programlarin çogu yavastir ve çok kötü oynarlar. (Ortalama 10-15 kyu)

Baska bir soru daha: "Önümüzdeki 15-20 yil içinde bu programlarin gelisip, dünya sampiyonlarini yenebilecek hale gelmeyecegi ne malum?"
Bu programlar elbette gelistirilecektir, ama bu hesap makinesi mantigiyla hareket edilirse, bizim torunlarimizin torunlari bile bu ödüllerin kazanildigini görmesi mümkün olmayacaktir. (*) "Satranç için de ayni seyler söyleniyordu zamaninda. Milyonlarca olasilik oldugundan. Bunlari ayirt etmenin olanaksizligindan...Go'nun da sonu böyle olmayacak mi?" Bu soruyu yanitlamak için önce satranç ve go arasindaki bazi farklardan bahsedelim:

Öncelikle en büyük fark, oyun basinda tahtanin durumundan ileri gelmekte. Satranç oyununda, oyun basinda bütün taslar tahta üzerindedir ve yerleri kurallara göre belirlenmistir. Bu da bilgisayar programcilarinin çok isine gelen bir özellik, çünkü düsünülmesi gereken iki ana nokta kaliyor oyunu programlarken: taslarin degeri ve durum degeri.  Durumlarina bakilmaksizin, satranç taslarinin degeri söyle kabul edilir:


Satranç Algoritmalarında Taşların Kabul Edilen Puan Değerleri
TaşPuan Değeri
Vezir9
Kale4,5
Fil3
At2,5-3
Piyon1



Bunun disinda taslarin en çok hareket yetenegi kazanabilecegi hamleler tercih edilir (Örnegin açilista ilk hamleyi Sah'in önündeki piyonu iki kare ilerleterek yaparsaniz hem vezirin hem de filin önünü açmis olursunuz).  Bu durum analizleri sayesinde son 500 yilda gelistirilen pek çok açilis sayesinde satranç karsilasmalari her geçen gün daha da kaliplasmaya baslamistir. Ortalama 25 hamle süren bir satranç maçinin ilk 5 hamlesi degismez açilislar, sonraki 5 - 6 hamle de bu açilislarin devam yollarina göre oynanmakta, açilis ansiklopedisine uymayanlar (harikalar yaratmadikça) oyunu kaybetmektedirler. Neredeyse oyunun yarisi önceden bellidir. Günümüzde profesyonellerin oyunlarina bakacak olursaniz, oyunlarin büyük bir çogunlugunun beraberlikle sonuçlandigini görürsünüz. Açilislarinda en ufak bir hata yapmayan oyuncular, çok zekice bir hamle yapamayinca beraberlige boyun egiyorlar.


Go oyununda durum nasil o zaman? Go'da oyun basinda tahta bostur. Tutunacaginiz bir dal yok gibidir oyun basinda. Yeni kesfedilen bir adaya degisik yerlerden birlik çikaran bir ordu komutanisiniz. Yalniz, ayni anda düsman kuvvetlerinin de adayi istila etmekte oldugunu unutmayin. Onlardan daha genis alani kaparsaniz kazanirsiniz. Uzun yillar denenmis, kuvvetliligi ölçülmüs hamleler olmasina ragmen bunlar sadece oyunun ilk 5 - 6 hamlesini etkiler. Oyunun ortalama 200 - 250 hamle oldugunu düsünürsek bunun pek önemli olmadigini görürüz. Bir oyuncu açilislarin tümünü ezberlese bile bu ona pek bir sey kazandirmaz. Belirli bir yerden sonra ezberleyen ezberledigiyle kalir. Bu durum, elbette satranç için de geçerli ama oyunu bilmeyenin go'daki yenilgisi daha korkunç olur. Nitekim go programlari bu tip yenilgilere alisik!  Go taslarinin belirli bir puan degeri yoktur, çünkü bütün taslar ayni sekle sahiptir. Taslarin degeri ancak tahtadaki yerlerine göre olusur, ama pozisyonlara göre bunlari bulmak oldukça zordur. Oyunu iyi bilen biri niye tasi suraya degil de onun yanina oynadigini yeni baslayan birine kolay kolay açiklayamaz. Taslarin tahta üzerindeki konumlarini gezegenlerin gökadalardaki konumlarina benzetebiliriz aslinda. Az ya da çok hepsinin birbirine etkisi vardir. Yeni baslayan oyunculara oyunun nasil gelistigi anlasilmaz gelebilir. Hamleleri yaparsiniz ve bir anda ne olup bittigini anlamadan küçük bir alana hapsedildiginizi anlarsiniz. Tecrübe kazandikça oyunun gelisimini kontrol edebilecek hale gelirsiniz.  Go'nun bir baska özelligi de savasin yalnizca bir cephede degil pek çok cephede geçmesidir. Bilgisayarin kontrol edemedigi seylerden biri de hangi cepheye ne zaman önem vermesi gerektigi, hangisinin daha önemli oldugudur.

Peki bilgisayar go'da insani yenemeyecek mi? Yenebilir tabi! Ama insan gibi düsünmek sartiyla! Bu da yapay zekanin gelismesiyle ulasilabilecek bir sonuç. Bilgisayar programcilari, go oyunu programlamayi yalnizca bir meydan okumaya karsilik vermek için degil, yapay zeka arastirmalarinda önemli bir çigir açacak ilerlemelerin yolu olarak görmelidir.


(*) Satrançta olasi degisik oyun sayisi  10120  dir. OMNI Magazine'in Haziran 1991 sayisina göre, bu sayi go oyununda 10761'dir. Bu olasilik farki bile insana aradaki farkin büyüklügü hakkinda bir fikir verebilir.


Not :  Alıntıdır.

Çince Odası (Chinese Room)

California üniversitesinden John SEARLE bilgisayarların düşünemediğini göstermek için bir düşünce deneyi tasarlamıştır. Bir odada kilitli olduğunuzu düşünün ve odada da üzerlerinde çince tabelalar bulunan sepetler olsun. Fakat siz çince bilmiyorsunuz. Ama elinizde çince tabelaları ingilizce olarak açıklayan bir kural kitabı bulunsun. Kurallar çinceyi tamamen biçimsel olarak, yani söz dizimlerine uygun olarak açıklamaktadır. Daha sonra odaya başka çince simgelerin getirildiğini ve size çince simgeleri odanın dışına götürmek için, başka kurallarda verildiğini varsayın. Odaya getirilen ve sizin tarafınızdan bilinmeyen simgelerin oda dışındakilerce `soru` diye, sizin oda dışına götürmeniz istenen simgelerin ise `soruların yanıtları` diye adlandırıldığını düşünün. Siz kilitli odanın içinde kendi simgelerinizi karıştırıyorsunuz ve gelen çince simgelere yanıt olarak en uygun çince simgeleri dışarı veriyorsunuz. Dışta bulunan bir gözlemcinin bakış açısından sanki çince anlayan bir insan gibisiniz. Çince anlamanız için en uygun bir program bile çince anlamanızı sağlamıyorsa, o zaman herhangi bir sayısal bilgisayarın da çince anlaması olanaklı değildir. Bilgisayarda da sizde olduğu gibi, açıklanmamış çince simgeleri işleten bir biçimsel program vardır ve bir dili anlamak demek, bir takım biçimsel simgeleri bilmek demek değil, akıl durumlarına sahip olmak demektir.
John Searle tarafından, makinenin insanla aynı şekilde anlayıp yorumlayabileceği yolundaki yapay zekâ teorilerini çürütmek için kurguladığı bir paradigma. Bir insan, penceresi bulunan bir odada oturur. Çince bilmez, ama elinde her Çince cümlenin Çince cevabı bulunan bir sözlük veya kurallar kitabı vardır. Kağıda yazılı olarak pencereden kendisine verilen cümleleri alır, sözlükte bunların karşılığına bakar ve cevapları yazılı olarak yine pencereden verir. Uygun bir davranış (her cümleye doğru cevap) sergiliyor olsa da, iletilen şey konusunda hiçbir şey anlamaz. Bir bilgisayar modelinin yapabileceği en iyi şey, olsa olsa, Çince odasında bulunan kişinin yaptığı şeydir ve bu nedenle bilgisayar, insan anlayışını taklit edemez. Yapay zekâ bir sözdizimi (syntax) sağlayabilir, ama anlam-yorumu (semantics) sağlayamaz. Çince odası, akıllı makineler için kullanılan Turing makinesi modeline karşı güçlü bir eleştiri olarak ortaya konmaktadır.
 n Vezir Bulmacası, n ≥ 4 için n×n boyutunda bir satranç tahtasına n adet vezirin birbirini alamayacak biçimde yerleştirilmesi sorunudur. hadi çözelim....

Wednesday, December 15, 2010

Bir YGA ANI DAHA :)


          Sizinle bir YGA  anını daha paylaşmak istiyorum. İçimde yankılanan seslerin bir tarifi aslında .
  Ve Evet Mulakatlara katılma şansını elde ettim.Bu haftasonu istanbul yolu göründü ,33 000 hayal ortağı arkadaşımdan 500 kişi içerisine kabul edildim.Dileklerim vuku buldu,Buna Yürekten inanıyordum,inancım bir kez daha dilediğim  yola koşmam gerektiğini ve koşabileceğimi söyledi bana ,Mulakatları da geçeceğime inanıyorum.Umarım daha iyi bir insan olma yolunda hayal ortaklarımla yürüyebilirm ..

SY_Sahneye Davet Uzun from Begum Devrim on Vimeo.

Sunday, December 12, 2010

SERAdayız !... :)

Bu gün Gazi Mustafa Dedemizi 1 saat kadar beklettik ,fakat saat 11 gibi yanındaydık ve bizi tekrar gören yaşlı dede ve ninelerimizin gülüşlerini görebilmek ,gecelerdir özlemiyle rüyalarımda dolaştırdığım dedeciğimin hasretini biraz olsun hafifletebilmemi sağladı,ne güzel şey aranmak ,sevdiklerinin seslerini duyabilmek,


  Duyamayan ve duyuramayanların seslerinde soluklanmak !....




     Dün kü tarihi araştırmalarımızın kritiğini yapma fırsatı bulabildik Sabahattin dede ile,bize Yeniçeri Osmanı ,Merkez Efendi yi ,Hz. Yuşa peygamberi,Cem sultanı,Aziz Mahmut Hüdayi,Abdül Kadir Geylani ... böylesine dolu bir insanın hayatını bir kırık bacak ne denli sessizleştirebiliyor,tabi bu bize onunla konuşabilme fırsatını veriyor :))

     Sevgiye ve gülen yüzlere sıla hasreti çekiyor buradaki insanlar ,tatlı bir kıskançlık demeli başka kelimeyle ,paylaşamıyorlar torunlarını,bir evlatları da siz oluveriyor ,kopamıyorsunuz,KOPMAMALI DA !
    Neyse ,Mustafa dede nin sohbetine de doyum olmaz ya ,bugün bize madalyasını gösterdi ve harbin en ateşli kısmında yedi kat çemberi süngüyle nasıl yardıklarını anlattı ,9 kişiden sağ kalan tek kişi ... yarılı.... daha neler neler ,acısı büyük ,elleri kuvvetlice titriyor anlatırken yaralarını ,ne  taze ne  diri ,,,,, ne kolay yaşıyoruz bakıyorum da ,ne denli güvende ,birlikte .....
   Bilgisayarcıyız ya bu nimetten Mustafa Dedemizi faydalandırmamak olmaz ,savaşın kritiğini beraberce internetteki haritalardan yaptık ,eskilerden şarkılar dinledik ,resimlere baktık...Açıkçası amansız kore savaşının internette yazılır çizilir olmasına sevindi de ,uzun süredir hiç kimse önemsemiyormuş ondaki bu yaşanmışlığı ,merak uyandırmıyormuş konuştuğu kimsede ,unutulur olmuş diye yakınıyordu ,haklı da   UNUTMAMALI...!

  Haftaya Şükrü Paşa ya gidiyoruz :)) her haftasonu yeni bir macera ! Araştırmalı ....
  

CEM SULTAN VAKASI (OLAYI)
Bu gün 3 arkdaş Osmanlı Devleti hakkında konuşurken konu ,padişahlarımızın ölüm nedenlerine oraan da , Genç Osman a ve Cem Sultan a geldi,biraz araştıralım dedik  ve edindiğim bazı bilgileri sizinle de paylaşmak istedim.
 Aşağıda Cem Sultan ile kardeşi II Bayezid arasında geçen bir konuşmaya da değindim.Cem Sultan tahtı hak ettiğini düşünüyor,II.Bayezid ise ona bu Allah'ın taktiri,sen dünya işine bel bağlama diyor,tartışılması gereken bir durum aslında, Eğer taht ikisinden birinin hakkı ise ben Cem sultanı haklı görüyorum.Bu görevi iktidar tutkusu değil , Cihad tutkusu için yapmak istediğini düşünüyorum II.Beyazıt ın ise şans eseri  elde ettiği bu   iktidar gücünü,aslında kendi tutkusu için bırakmadığı görüşündeyim,çünkü güç sahibi herzaman insiyatif kullanabilir,kişi elinde tuttuğu güç ile sınanabilir.II Beyazıt elindeki bu güç ile sınandı,tutkusunun esiri oldu ,diye düşünüyorum.Fakat diğer padişahların askine kardeş katlini değil de kardeş kalbini savunması  ,kardeşinin hayatı için elinden geleni yapması takdire şayan,yüce bir yürek,saf bir sevgi .
Hiçbirşey göründüğü gibi değil,derin bir örüntü başı sonu belli değil,saklı bir dünya oyunu..
Aslında çok boyutlu bir durum her yönüyle ibretlik,her yönüyle akıl tutulması,ne büyük bir sevgi ve ne büyük bir tutku,aynı kutuya koymak nekadar da zor.....
Peki ya birlik yerine teklik tercihi,bu büyük hiyerarşi,ölüm mü tek çaresi,kardeş katli mi,yok mudur aksi bir örneği...
Tutkularımız uğruna küçük bir aile bile olamazken,koca cihan  devlet olmak nasıl mümkün?
Soruyorum kendime ,nedir devlet bekası,hepimiz için ise neden o küçük ailenin fertleri bölünmeli ölmeli,yok bizim için ise onlar da biz değil mi ,neden baştakinin diğerlerini öldürmesine biz halk olarak, devlet bekası olarak izin verdik,doğru yerde susmasını bilemedik ,her yerde sustuk.
Genç Osmanı yeniçerilere boğdururken de sustuk ,cem sultanı ,abdülmecit i öldürülürken de ....anlaşılan onlar padişahlığı becerdiler de biz halk olmayı beceremedik. Sadece ağıt yakmayı becerdik!......

Cem Sultan vakası, beş asır öncesinden kalan hüzün, acı ve ıztırap dolu bir hikâyedir... Osmanlı tarihinde Yıldırm Bayezid' in Timur' un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük trajik hadisedir.

Cem Sultan, Türk tarihinin en bahtsız isimlerindendi. Fatih'in oğluydu ve zamanının en meşhur alimlerinin elinde yetişti. Devlet idaresine daha çocuk yaşındayken alıştırıldı; sancak beyliği ve valilik yaptı. Babası 1481 Mayıs'ında öldüğü zaman Cem henüz 22 yaşındaydı .3 Mayıs 1481'de Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine Amasya'da bulunan Şehzade Bayezid ve Konya'da bulunan Cem Sultan'a sadrazam Karamani Mehmed Paşa tarafından ulaklar gönderildi. Ancak Cem Sultan'a gönderilen haberci, yolda Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalandı.

Cem Sultan, babasının vefatını dört gün sonra öğrenebildi. Bu olayların yaşanması üzerine yeniçeriler ayaklanıp Karamani Mehmed Paşa'yı öldürdüler (4 Mayıs 1481). Şehzade Bayezid'in, İstanbul'da bulunan oğlu Korkut'u saltanat naibi ilan ederek onu tahta çıkardılar.


Şehzade Bayezid, 21 Mayıs 1481 günü İstanbul'a varır varmaz devlet idaresini eline aldı. Cem Sultan ise 4000 kadar askeriyle birlikte 27 Mayıs 1481'de İnegöl önlerine geldi. Sultan İkinci Bayezid, Ayas Paşa idaresindeki bir orduyu Cem Sultan'ın üzerine gönderdi.

28 Mayıs'ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan Bursa'da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı. Çok geçmeden Sultan İkinci Bayezid'e bir mektup gönderen Cem Sultan, Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmayı teklif etti. Kabul edilemeyecek bu teklif karşısında harekete geçen Sultan İkinci Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan'ın üzerine yürüdü.

Yenişehir Ovası'nda yapılan savaşı kaybeden Cem Sultan, Konya'ya geldi. Burada da kalamayacağını anlayan Cem Sultan, yanına ailesini de alarak Kahire'ye doğru yola çıktı. Kahire'de iken Hac mevsiminde Hicaz'a gitti. Hac'dan sonra tekrar Kahire'ye gelen Cem Sultan, ağabeyi Sultan İkinci Bayezid'den bir mektup aldı. Bu mektupta, padişahlıktan vazgeçtiği takdirde kendisine bir milyon akçe ödeneceği belirtiliyordu. Ancak Cem Sultan bunu kabul etmedi. İkinci bir teklifi de geri çeviren Cem Sultan, tekrar ülkesine döndü.

27 Mayıs 1482'de Konya'yı kuşatan Cem Sultan, Sultan İkinci Bayezid'in yaklaşması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara'ya gitti. Oradan da tekrar Mısır'a gidecekti, ancak yollar tutulmuştu. Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d'Aubusson onu Rodos'a davet etti.

 Anadolu'ya geçip ağabeyiyle bir başka savaşa tutuştu, tekrar yenilince de memleketini ebediyyen terketti, asırlar boyunca tarihin en büyük gurbet maceralarından sayılacak olan 13 senelik bir gurbete atıldı.

İlk durağı, Rodos' tu. Adanın o zamanki hâkimi olan şovalyeler Cem' i hem Avrupa' ya, hem ağabeyi Bayezid' e pazarlamaya çalıştılar, iki taraftan da binlerce altın kopardılar ama bir Türk baskını endişesiyle Cem' i Fransa'ya geçirdiler. Avrupa'daki hemen bütün devletler Cem'i ele geçirebilmek için uğraşıyor, şovalyeler ise şehzadeyi bir şehirden ötekine taşıyorlardı. Şovalyelerin reisi d'Aubusson bu tehlikeli maceraya nihayet bir koydu: Yüklü bir para ve kardinal unvanı karşılığında Cem' i Roma' ya, Papa İnnocent' e satıverdi.

Fatih' in bu en sevgili oğlu artık Roma'daydı ve Hristiyan dünyasının Türkler'e karşı hem pazarlık hem tehdit konusu haline gelmişti. Papa'nın hayali Cem' i İstanbul'a karşı başlatılacak bir Haçlı seferinde kullanmaktı, hattâ bu iş için Tuna boylarında bir Macar ordusu bile bekletiliyordu ama şehzade memleketine karşı olan bütün bu teklifleri reddetti. Venedikliler'le Napoli Krallığı da Cem'i Papa'nın elinden alabilmenin yarışındaydı; Papa ise İstanbul'dan daha fazla haraç alabilmenin peşinde... Bayezid, tahtın rakibi Cem'i kendisine iade etmesi yahut öldürmesi için Vatikan'ı hazineler teklif ediyor, Papa ise İstanbul'un altın musluklarını açık tutabilme çabasıyla Cem'i kaleden kaleye naklediyor ve İstanbul'dan devamlı bir haraç alma yolunu seçiyordu.

Derken İnnocent öldü, yerini o zamanların İtalya'sının en kanlı ailelerinden birinden, Borjiyalardan gelen Roderica aldı ve 6. Alexandre ismiyle papalık tahtına oturdu. İtalyanlar Cem'i Alexandre zamanında da pazarladılar ve Bayezid'den kâh tehditle ve kâh vaadlerle her sene gene keseler dolusu altınlar alındı. Günün birinde Fransa Kralı 8. Charles Cem'i kullanarak Kudüs'e doğru bir Haçlı Seferi planladı. Şehzadeyi ele geçirmek için Roma'ya girdi ve Papa için Cem'i krala vermekten başka çare kalmadı. Papa Alexander şehzadeyi Fransız kralına teslim etti ama bahtsız Cem bir başka gurbete uzanışından birkaç gün sonra, 1495'in Şubat'ında acılar içinde kıvranarak can verdi. Papa, seneler boyu haraç kaynağı olan şehzadeyi başkasına yâr etmemiş, Kral' a vermeden önce zehirlemişti...

Cem' i tam 13 yıl İstanbul' a karşı senelerce koz niyetine kullanan Avrupa, şehzadenin tabutunu bile para vasıtası haline getirdi. Tabut yeniden şehir şehir dolaştırıldı. Cenazesi Bursa' ya getirilip defnedildiğinde ölümünün üzerinden iki sene geçmiş ve Bayezid' e çok büyük bir hazineye malolmuştu.

Cem Sultan'ı kullanmak isteyenlerden birisi de Papa VIII.Innocent'di. Papa, Cem Sultan'ı bahane ederek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca Cem Sultan'a Hıristiyan olma teklifinde bulundu. Buna karşılık Cem Sultan ona şöyle cevap verdi: "Değil Osmanlı Saltanatı, hatta bütün dünyanın padişahlığını verseniz dinimi değiştirmem".



Cem Sultan, ağabeyi Sultan İkinci Bayezid'e yazdığı bir şiirinde ona şöyle seslenir: "Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan, Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne" (Sen gül döşenmiş yatakta neşeyle gülerek yatarken, ben zahmet ve eziyet içinde küle batayım, neden)



Sultan İkinci Bayezid ise ona şöyle cevap verir: "Çün rüz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet, Takdire rıza vermeyesin böyle sebeb ne, Haccacü'l-Haremeynüm deyüben da'va kılarsun, Ya saltanat-i dünyeviye bunca taleb ne" (Bize ezelden saltanat kısmet imiş, sen ise kadere rıza göstermedin buna sebep ne, Hacca gittin kendini temizlemek davasına düştün, peki dünya saltanatı için bunca hırs niye"



Cem Sultan vakası Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayezid'in Timur'un elinde esir düşüp, demir kafese hapsedilmesinden sonra ikinci büyük trajik hadisedir. Rumeli'den tekrar Osmanlı topraklarına gelmek isteyen Cem Sultan, 13 yıl esir hayatı yaşadı. En son Papa'nın elinden Fransız Kralı tarafından kurtarılmış, ancak büyük bir ihtimalle zehirlendiği için bir hafta içinde yolda vefat etmiştir.



Papa'nın bir haçlı seferine kumanda ederek Osmanlı devleti ile savaşma teklifini reddettiğinde Papa, dilini anlamadığını zannettiği Cem Sultan'a:"Öyleyse burada it gibi sürün" demesine karşılık olarak Cem Sultan, Papa'ya şöyle demiştir: "Sizin elinize düşen itten beter olmayacağızdı da, ya nice olacağızdı" ve Papa'yı utandırmıştır.



Cem Sultan'ın bakım masrafları için Papa, Sultan İkinci Bayezid'den yılda 40.000 altından fazla para kopartmayı başarmış, Cem Sultan'ı serbest bırakma tehditleriyle de Osmanlı fetihlerini durdurmuştu. Bu olay ileride Şehzade katli için de önemli bir mesnet teşkil etmiştir.




Cem Sultan, bunca olaydan sonra 25 Şubat 1495'de vefat etti. Sultan İkinci Bayezid bu olaya çok üzüldü ve üç gün yas ilan etti ve Cem Sultan'ın gıyabında cenaze namazı kıldırdı. Sultan İkinci Bayezid Cem Sultan'ın naaşını alabilmek için çok uğraştı. Vefatından 4 yıl sonra 1499 yılının Ocak ayında Cem Sultan'ın cenazesi Osmanlı topraklarına getirilerek Bursa'da kardeşi Şehzade Mustafa'nın yanına gömüldü. Böylece yıllar süren macerası sona erdi ve en azından cenazesi kendi topraklarına defnedildi

Wednesday, December 8, 2010



UYDU YÖRÜNGELERİNDEKİ SAPMA, İZAFİYETİ DOĞRULUYOR...

İZAFİYETİN DOĞRULANMASIYLA; ZAMANIN DA SADECE BEYNİMİZDEKİ BİR ALGI OLDUĞU DOĞRULANMIŞ OLDU.

Görelilik kuramının doğruluğu, iki bilim adamı; Ignazio Ciufolini ve Erricos Pavlis tarafından çeşitli ölçümler yapılarak kanıtlandı. NASA, projeye 600 milyon dolarlık bir bütçe ayırmıştı.

NASA'nın yetkililerinden olan Erricos Pavlis, "Einstein'ın, Dünya gibi büyük cisimlerin kendi eksenleri etrafında dönerken uzay ve zamanı büktüğünü söylediğini, kendilerinin de bundan yola çıkarak araştırma yaptıklarını" belirtti. Araştırmanın sonucunda ölçüm yapılan uyduların yörüngesinde Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirlendi.

Yani uydular yörüngelerinden yılda iki metre kadar dışa doğru itiliyorlardı. Bu, Einstein'ın uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili hesaplarıyla %99 uyumlu bir bulguydu. Colorado Üniversitesi fizikçilerinden Neil Ashby bu sonuçla ilgili olarak, "Bu, gerçekten de uzay-zaman sürüklenmesiyle ilgili ilk kesin ölçüm" açıklamasını yaptı.

>>>"Gökten yere her işi O evirip düzene koyar. Sonra (işler,) sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine O'na yükselir." (Secde Suresi, 5)

23 Ekim 2004 tarihli Radikal gazetesinde, bu önemli bulguyla ilgili şöyle bir haber yapılmıştı:

... Pavlis, "Şayet Dünya, etrafındaki uzay-zamanı eğiyorsa, yakınlardaki uyduların yörüngesi değişmeliydi" dedi ve bu düşünceden hareketle LAGEOS-1 ve LAGEOS-2 adlı uyduların yörüngelerindeki sapmayı lazer ışını kullanarak ölçtüklerini anlattı.

Pavlis, "Her iki uydunun yörüngesinde de Dünya'nın dönüş yönünde yılda iki metrelik sapma belirledik. Ölçümlerimiz, görelilik teorisinden hareketle daha önce yapılan hesaplara yüzde 99 uydu" dedi. İtalya'nın Lecce Üniversitesi'nden Ignazio Ciufolini ve ABD'deki Dünya Sistemleri Teknolojisi Birleşik Merkezi'nden Pavlis, 11 yıl iki uydudan gelen lazer sinyallerini inceledi.

Sunday, December 5, 2010

Tanıştığım ilk Kore Gazisi Mustafa Dede ,tam bir ay gemi ile yolculuktan sonra ,1 yıl boyunca Kore de savaşmış  ve sonunda yaralanıp 1 ay da hastanede yatmış.
 Birdaha ki buluşmamızda Mustafa Dede bize kore savaşında ki hücüm planını çizecek :)
Bir hafta nasıl bekleyeceğim :( 

Saturday, December 4, 2010

Haydi Her Hafta Bir Birkaç Saatimizi Kimsesiz Kardeşlerimize Ayıralım?

Bu Günden Başlamaya Ne Dersiniz?

Uyanır Uyanmaz ,Bir Kalem ,Bir Oyuncak,Bir Defter Tutuşturup Elimize ,Kimsesiz Kardeşlerimize Kahvaltıya Gidelim.Bizsiz Geçirdiği Her Günü Yazmasını İsteyelim ,Ve Haftada Bir Sabah ,Gazete Okumak Yerine , ONUN HER GÜNÜNÜ okumak için gidelim  .
Bize Eşlik Edermisiniz ?



bir yürek tutuşturduk ellerimize !

YGA Liderlik Konferansından İzlenimlerim

Tekrar Merhaba !

Vize dönemimi kendimce başarılı bir biçimde atlattım sonunda ve beklediğim an geldi,içimde tutamadıklarımı sayfama dökmek için hızla geldim.

Bileklik bile benim için bir meta olmaktan çıktı ,soyut anlamıyla hala bileğimde dolaşıyor.. :)  Birazdan yga formunu dolduracağım,umarım hissettiklerimi onlara tam anlamıyla anlatabilirim .Beklemek zorrrr!

zihnini ve kalbini geleceğe açan kişiler gerçek lider olabilir.........

Güler hanım konuşmasında daha sonra ;

lider--------> gidilecek hedefi,takip edilecek  yolu tahmin edebilen ,uçurumlara karşı geçiş köprüleri kurabilecek gücü kendinde bulan ,bugün ile gelecek arasına köprü olup serilecek,tek bir kişi değil ,kollektif bir grup ile çalışabilecek kişidir.

Asıl liderlik ,süreci süreci farklılaştırabilmekten geçer.
ve liderlik sürekli değişmeyi istemek ,değişimden korkmamak,değişimi yaratabilmek demek .
sözlerine yer verdi.


Aslında bu cümleler belki de değerli edebiyatçılarımızdan biri tarafından da kurulabilirdi.
Fakat bu durumun beni asıl etkileyen yanı ,yüzlerine baktığımda; evet bu insanlar ,yüreklerinde dünyayı değiştirebilecek gücü bulmuşlar ve bunun için çalışmaya bile başlamışlar,hayallerindeki herşeye gözlerini karartıp,kulaklarını kapatıp koşmaya başlamışlar .
 Çok etkilendim bu zihni berrak insanları gördüğümde, çünkü gözlerindeki yaşanmışlığı gördüm,yeni ,iyi ve güzel isteğini gördüm ama eskisi  gibi gözlüklerin ardından değil gönül gözümle,aslında kendi istediklerimi görmüşüm,kendimi bulmuşum .
Ve artık yaptım dediğim herşeyi bir kenara koyuyorum.Yeni bir sayfa denilecekse yenibir sayfa ,kopan bir yaprak denilecekse o kuru yaprak olacağım ,telaşsız,deli bir rüzgara kapılmış ,gizliden,okyanusa sürüklenen ,fakat konduğu heryeri güzelleştirebilen ,konduğunda birşeyleri değiştirebilen , yokluğunda da devam ettirebilen,

Okyanus için mi kururum ,gidişim rüzgara  mı yarar göreceğim ;
   Ben yürümeye şimdi başlayacağım ,zamana değil küskünlüğüm artık ,sitemim bir kendime,   gidemeyişlerime,
        Bekleyecek vakit yok ,sesizlere ses olmalı,yaşlıya değnek !......
Bakarsın kapılmak yerine bir deli rüzgarın öfkesine  , katarız rüzgarı da önümüze , bir hengame ,dökülürüz dünyanın tam  göbeğine.... Nedersiniz?


Gezindiğimiz bu çorak toprağa, ayak izimizden sızan berrak sular bırakabilmek ümidiyle!!!! 
   

Thursday, December 2, 2010

YGA :)

YGA Liderlik Konferansından İlk İzlenimlerim

Merhaba Hayal ortaklarım !!

Zihnime işleyen bu hitabı oldukça seviyorum ve izninizle size de böyle hitap edeceğim.
Bugun belki de hayatımda ki en değerli konuda en onurlandığım ,anları yaşadığım,kelimelere dökmekte zorlandığım anlar yaşadım .

       Evet ,dünyada hala bir örneğinin var olduğuna şahit olduğum ve bu örneğe de kendi ülkemde rastladığım bu hamurda,kusursuz bir sevgi arayışına,idealist bensiz bir bakış açısına,içtenlik,dürüstlük,cesaret ve ortak aklın eşsiz sekilenişine tanık oldum.27 kasım 2010 insani değerlerimi gerçek anlamda tekrar sorgulamam gerektiğini anladığım bir tarih.Yaptıklarımın, hayal ortaklarımın yaptıkları karşısında,yapabileceklerim karşısında ,yetersiz kaldığını gördüm.
Aynı zaman ve mekanı paylaştığım bunca insan(çift kanatlı melek) konuştukça ,küçüldü yüreğim ,o kadar büyüktü ki yürekleri ve küçüktü ki benlikleri ben küçücük kaldım ,yetmedi beni de aldılar aralarına o kadar büyüktü ki yürekleri yüreğim ilham aldı genişledikçe genişledi,bensiz kaldım.
       Bakışları yüreklerindeki derinliği yansıtan bir ayna...o kadar derin ki yürekleri ,onlar baktıkça yüreğime ,derinliklerinde kayboldum ben de, Allah ım bu ne coşku, hayallerimin izdüşümlerini bu meleklerde görmek,doğrularımı nasıl gerçekleyeceğimi kavramamı sağladı.Dünyada başka hangi toplulukla bu derece içten ,adil,cesaretle çalışılabilirdi.
      Sabrınızı zorlayarak en baştan anlatmak istiyorum. Günlerdir beklediğim YGA için sadece sayılı saatler vardı ,sabah 05:45 de edirneden İstanbul a kalkacak aracımız gelene kadar 1 saat kadar uyumaya karar verdiğimde saat tam 03:00 tü.YGA ya birlikte gitme fırsatı yakaladığım namıdeğer ötünç (özlem) ,beni uyandıracağını söylemişti,fakat geçmişteki istisnalardan 1 saatlik uyku için koca semineri kaçırma korkusu içimi sarmaladı ve uyumak ne mümkün,hala ayaktayım, bahsettiğim saatte bir otobüs arkadaş ile birlikte yola çıktık,Trakya sorumlusu liderimiz de diğerleri gibi oldukça içtendi,biraz sohbet sonrası Lütfi Kırdar da idik.Ne görelim …..hayatımın en uzun kuyruğu belki de 1000 kişi kapıda sıradaydı,Belki bukadar uzun bir sıra beklememiştm fakat bu denli eğlenceli bir kuyruk ile de karşılaşmamıştım.


Beklemeye değer tabi,Askeri Müzenin toplarını izlerken sıra bize gelmişti bile,girdik girmesine de salon tıklım tıklım oturacak yer yok ,kedi gibi sağa sola koştuktan sonra,balkonda (en güzel yerdi) yer bulduk.Atmosfer karşılaşacağım şeylerin ehemmiyetini ve içtenliğini yansıtıyordu,………………..İlk konuşmacı Sevgili Güler Sabancı  =)  daha önce bukadar idealist bir kadın ile karşılaşmamıştım.Dünyada ilk 50 kadın arasında gösterilmesine şaşmamalı,anlattıkça büyüdü gözlerimde,Sakıp Babanın ancak böyle bir kızı olabilir dedirtiyordu adeta.DÜRÜSTLÜK ,CESARET,İNANÇ , ÖNGÖRÜ,YARATICILIK,İNSAN SEVGİSİ kelimelerini ağzından düşürmedi,konuşurken yaşıyor,yaşarken savaşıyordu.İNSAN SEVGİSİ,İNSAN SEVGİSİ......


       Tv lerde gazetelerde insanı paranoyaya düşürecek ,hayattan ,insanlardan soğutacak onca sebep varken, sokaklarda cinayetler ,kaçakçılık kol geziyorken,beyaz bir buluta doluşmuş bunca çift kanatlı meleğin ,güzel bir geleceğe bugünden başlamak üzerine konuşabilmeleri ,tasfir edilemeyecek kadar güzel ve ufuk açıcıydı.
Sahada deneyim, tecrübeye dayalı eğitim,pratik uygulama……. Kişisel gelişim ile ilgili yazılmış onlarca kitap bulabilirsiniz.fakat kişisel gelişim bir araçtır,daha İYİ bir dünya için bizlere dünyayı değiştirecek insanlar gerek …. Diyecek kadar bugünü bilen ve ileriyi gören bir kadın Güler Sabancı ve gelecek yy ın liderleri takım arkadaşlarına güç verecektir diyor ve İNANCI; söylediklerine ,yapılması gerekenlere inanmak,cesaretini korumak,şikayet etmemek,sorunlarla değil çözümlerle uğraşmak ve ön yargısız iyi niyetli yaklaşım diye tasfir ediyordu.

Ve Sakıp Babanın gücünü nerden aldığına değinerek bize de başarılmış bir yolun ,gizli haritasını sunuyordu.Bu gücü önce kendine ,ekibine ,çevresine ve Türk halkına inancına bağlıyormuş Sakıp Baba ,akıldan plandan ,çalışmak ,inanç ve çözümden (her şartta)yanaymış.

Benim fikrimi soracak olursanız ,Evet belki Sakıp Baba da 1 çirt çorap  götüremedi yanında fakat ,yakutları çatlatacak güzellikte bir kalp ve berrak bir zihin götürdü,bize de aynasından yansıyan parıltılar bıraktı… bu mirasın bilincinde olduğunuza eminim.









        Maalesef şu sıra sınav dönemim ve içimden kopartarak anlatmak istediğim şeyleri birkaç gün ertelemek durumundayım. Birkaç gün içinde diğer izlenimlerimi de geciktirmeden paylaşacağım .Şimdilik özünüze mohkem bakın :)



Sunday, November 28, 2010

27 kasım 2010 Liderlik Zirvesi

Hayal ortaklarımla tanıştınız mı ? Sevgiyle sevgiye yürüyoruz,sizsiz bitiremeyiz?Nerdesiniz?

Wednesday, November 24, 2010

Django nedir, nasıl kurulur

       Django nedir, nasıl kurulur

Django python üzerinde geliştirilmiş bir web framework’üdür. Django web programlama işini çok daha keyifli hale getiren bileşenler, yardımcılar barındırmaktadır. Türkiye’de çok fazla kullanılmasa da ileride çok daha yaygın olacağı kesindir. Ayrıca python tabanlı olması, uygulama geliştirme işlemini çok daha basitleştirmektedir. Django ile web uygulaması geliştirirken diğer python kütüphanelerini kullanabilmekteyiz. Örneğin bir sinema sitesi yapacağımızı düşünelim, ve bu sinema sitesine imdb.com gibi sitelerden otomatik veri çektireceğimizi düşünelim. Bunu her dilde olduğu gibi python’da da yazabiliriz. Ama önce bir python’un kütüphanelerine göz atıyoruz. Ve bir de bakıyoruz ki IMDbPy adında bir kütüphanesi var :) Bunun gibi bir çok kolaylık daha... Django’nun Avantajları Klasik web programlama teknikleri dışında son zamanlarda MVC - MTV, ORM gibi teknik ve mimarilerden söz edilmektedir. Bu tekniklerde sistemin kod kısmı, tasarım ve model kısmı ayrı ayrı olup kod karmaşıklığı önlenmektedir. Bu mimarilerde bir projede tasarımcılar ve programcılar çok daha düzgün bir şekilde iş yapabilmektedir. Django MTV(Model-Template-View) mimarisindedir. Ayrıca uygulama geliştirirken entegre olarak gelen ORM sayesinde hiç bir sql kodu ve veritabanı işlemlerine girmemize gerek kalmaz. Ve django’yu diğer framework’lerden ayıran en önemli özelliği, oluşturduğumuz modellerden otomatik olarak şık bir admin paneli oluşturmasıdır. Django’nun avantajlarını sıralayacak olursak; Object-Relational Mapper (ORM) Yönetim Paneli Url Yönetimi Template(Şablon) Sistemi Cache (Önbellek) Yönetimi Internationalization (Yerelleştirme) Ayrıca resmi web sitesinde (djangoproject.com) çok güzel dökümantasyonu ve bir online django kitabı bulunmaktadır. Python ve Django Kurulumu Django’yu kullanabilmek için öncelikle Python yüklememiz gerekmektedir. Unix türevi işletim sistemlerinde otomatik yüklü gelmektedir. Windows’ta kendimiz yüklemekteyiz. Şuanda Django’nun desteklediği en güncel python sürümü 2.7’dir. Python 3.1’i henüz desteklememektedir. Python 2.7’yi resmi sitesi (python.org) üzerinden kendi sisteminize uygun olanı indirebilirsiniz. Windows installer paketi (msi) şeklinde indirmek için: http://python.org/ftp/python/2.7/python-2.7.msi Python’u indirip yükledikten sonra windows üzerinde birkaç ayar daha yapmamız gerekmektedir. Eğer yüklerken yolunu değiştirmediyseniz c:\python27 dizinine kurulmuştur. Komut satırında o dizine gidip python.exe’yi çalıştırabiliriz. Ancak python’u bütün dizinlerde çağırabilmek için sistem değişkenleri kısmında tanıtmamız gerekir. Bunun için Bilgisayar>Özellikler>Gelişmiş Sistem Ayarları’na geldikten sonra Ortam Değişkenlerine tıklayalım. Buradaki PATH değişkenini seçip Düzenle’ye basalım. Değişken değerinin sonunda noktalı virgül yoksa ekleyip python dizinini girelim. Ve böylece Python’u yüklemiş olduk. Herhangi bir dizindeyken python.exe’yi çağırabilmekteyiz. Ancak Django kurulumuna geçmeden önce python paketlerini tek bir komutla yüklememizi sağlayan Python SetupTools’u da yüklememiz gerekmektedir. Django’yu da bu tool üzerinden yükleyeceğiz. Aşağıdaki linkten windows için olanı indirip kurmanız yeterlidir. http://pypi.python.org/pypi/setuptools Direk link: http://pypi.python.org/packages/2.7/s/setuptools/setuptools-0.6c11.win32-py2.7.exe Kurulumu tamamladığınızda python dizininin altında Scripts klasöründe setuptools araçlarını görebilirsiniz. (c:\python27\scripts) Kullanım kolaylığı açısından bu dizinide sistem değişkenlerine ekleyelim. Aynı python’u eklediğimiz gibi PATH değişkeninin sonuna c:\python27\scripts dizinini de ekleyince işlem tamamdır.





 Easy_install ile kolayca paket yüklemek Python ve setuptools’u yükledikten sonra artık Django kurulumuna geçebiliriz. Django’yu resmi sitesinden ( djangoproject.com ) adresinden indirip kurabildiğimiz gibi setuptools yardımıyla hiç birşey indirmeden de kurabiliriz. Setuptools django’nun en güncel versiyonunu bulup kendisi otomatik yüklemektedir. Komut satırını açıp easy_install django komutunu girelim.


easy_install django Komutu girdikten sonra django otomatik olarak yüklenecektir. Kurulumda Python dizininin altında Scripts klasöründe django-admin.py dosyası oluşturulacaktır. Bu python scripti ile django projemizi oluşturacağız. Django kurulumunu bu şekilde tamamlamış olduk. Bir sonraki yazıda Django ile basit bir proje geliştireceğiz. Fatih ERİKLİ Bu yazı Fthrkl tarafından kodaman.org adresli sitede yayımlanmak üzere yazılmıştır. Kaynak gösterilmeksizin kopyalanamaz. -------------------------------------------------------------------------------- -- Saygı ve Sevgilerimle. Samet KÖSMENE TBDGenç İstanbul Başkanı

Monday, November 15, 2010

İmage Processing


Course Description


This course presents the fundamentals of digital signal processing with particular emphasis on problems in biomedical research and clinical medicine. It covers principles and algorithms for processing both deterministic and random signals. Topics include data acquisition, imaging, filtering, coding, feature extraction, and modeling. The focus of the course is a series of labs that provide practical experience in processing physiological data, with examples from cardiology, speech processing, and medical imaging. The labs are done in MATLAB® during weekly lab sessions that take place in an electronic classroom. Lectures cover signal processing topics relevant to the lab exercises, as well as background on the biological signals processed in the labs.




Sunday, November 14, 2010

OPENCV

WHAT IS OPEN CV?

OPENCV is an opensource computer vision library.The library is written in C,C++ and runs under linux,windows,MaC OS X.
OPENCV was designed for computational efficiency and with a strong focus on real time applications...............................
If  you want to learn more about OPENCV ,I advice you this great book , 
Good works!

Sunday, November 7, 2010

Saturday, November 6, 2010

Otomasyon ve Kaynak Yönetimi Sistemleri Etkileşimleri

Özet: İş süreçlerinin ve üretim süreçlerinin otomasyonu, maliyetlerin kontrolu ve kayıpların azaltılması için kaçınılmazdır. Bakım faaliyetlerinin otomasyon sistemleri ile etkileşimi, kayıpların azaltılması konusunda önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu çalışmada bakım yönetim teknikleri ve bakım yönetim tekniklerinin otomasyon sistemleri ile etkileşimi irdelenmektedir.



Giriş:

Plansız duruşların dünya ekonomilerine yarattığı maliyet tüm dünyada 2.000.000.000.000$ (iki trilyon USD) üzerindedir ve sadece Amerika Birleşik Devletlerinde bu kayıpların yaklaşık 740.000.000.000$ (yediyüzkırkmilyar USD) civarında olduğu tahmin edilmektedir [1]

Plansız duruşlar firma içerisinde her bölümü farklı şekillerde etkiler. Örneğin, satış ve lojistik birimleri için geç teslimat, satın alma ve muhasebe birimleri için tedarik ve maliyetlerinde farklılaşma, üretim birimleri için kalite ve yeniden üretim, işletme birimlerini için yeniden ölçme ihtiyacı ve ayar kayıpları, insan kaynakları birimlerini çalışanların iş saatlerinde değişim sorunu olarak kendisini gösterebilir.

Bakım yönetiminin entegre üretim sisteminin bir parçası olmaması plansız duruşların engellenmesi ve etkilerinin maliyetlendirilmesini konusunda yaşanılan en büyük güçlüklerdendir.

 
Otomasyon ve Kaynak Yönetimi Sistemleri Etkileşimleri: Bilişim sistemlerindeki gelişmeler bakım yönetimini de etkilemektedir. Bu etki bakım yönetiminin otomasyon ve kaynak yönetim sistemlerine entegrasyonunu hızlandırıcı yöndedir.





Şekil 1. Üretim Tesislerindeki otomasyon ve kaynak yönetim sistemleri etkileşimleri.



Bakım Yönetimi Yetersizliğinin, Yönetim Teknikleri Üzerindeki Bozucu Etkisi: 1990 yılında Harvard Bussines Review dergisinde yayınladığı bir yazı ile ilk defa “değişim mühendisliği” kavramını ortaya atarak tüm dünyada yönetim teknikleri üzerinde çok büyük etki yaratmış olan Michael Hammer, 1993 yılında James Champy ile birlikte yazdığı “Şirketlerde Değişim Mühendisliği” isimli kitabında şirket yöneticilerinin en büyük sorunu aşağıdaki şekilde tanımlamıştır:



“Şirket yöneticilerinin çoğuna en büyük sorunları yaşatan süreç sözcüğüdür. İşadamlarının çoğu “süreç-odaklı” olmayı beceremez; bunlar görev, iş, insan, yapı gibi kavramlar üzerinde yoğunlaşırlar, ama asla süreç üzerinde değil. İş sürecini, bir veya bir kaç çeşit girdinin alındığı, bunlardan, müşteri için değer oluşturacak bir çıktının yaratıldığı faaliyetlerin toplamı olarak tanımlıyoruz” [2,5]



Beklenmedik sorunlar açısından bakıldığında, bakım yönetimindeki yetersizlikler, şirket yöneticilerine en acı sürprizleri yaşatabilme potansiyeline sahiptir. Tablo 1’de farklı yönetim tekniklerinin, yetersiz bakım yönetimi ile nihai amaçlarına erişimi nasıl engelleyeceği özetlenmiştir.











Otomasyon Sistemleri ve İletişim Ağı Seviyeleri: İletişim ve bilgi sistemlerindeki gelişmeler bakım yönetim tekniklerini de etkilemektedir. Bu etkileşim kendisini bakım yönetiminin de “Entegre Üretim Sistemi” ağının bir parçası olarak göstermektedir. Klasik entegre üretim sistem ağı ve bu ağa ait katmanlar Şekil 2’de özetlenmiştir [3]







Şekil 2: Entegre Üretim Sistemi entegrasyon katmanları



Klasik üretim sistemi entegrasyon katmanlarının oluşumu dikkat edileceği gibi süreç odaklı bir yaklaşımdan ziyade teknik alt yapıya bağlı olarak oluşmuştur. Bunu katmanlar arasındaki iletişim ağlarının yapısında daha net olarak görmek mümkündür. (Şekil 3) [3]







Şekil 3: Entegre Üretim Sistemi işletme ağları



Süreç odaklı olmayan teknik alt yapı, üretim makinaları ile iş ve kaynak yönetim sistemleri arasındaki iletişimi kolaylaştırırken, çoğu uygulamada bakımı bu iletişim ağının dışında tutmak zorunda kalmıştır. Bu durum kendisini ironi ile karışık “I operate, you fix it syndrome” (ben çalıştırırım, sen onarırsın sendromu) gibi [4] firma içerisindeki işletme ve bakım grupları arasındaki kopukluk şeklinde göstermiştir. Bunun bir başka yansıması pek çok büyük organizasyon içerisinde kullandığı cihazlar arasında iletişim olmayan insanlar arasında da iletişim olmaması şeklinde ortaya çıkmıştır.

Klasik iletişim alt yapısına bağlı olarak gelişen sıkıntılar varlık yönetim sistemlerinin ortaya çıkması ile aşılmaya başlamıştır. Bakım yönetimi varlık yönetim sistemlerinin önemli bir parçası haline gelmiştir. (Şekil 1 aşağıda tekrar verilmiştir.)









Şekil 1. Üretim Tesislerindeki otomasyon ve kaynak yönetim sistemleri etkileşimleri.



Bakım yönetiminin, entegre üretim sisteminin bir parçası olmasının önünde bulunan iki bariyerden birincisi haberleşme sistemlerindeki gelişmelere bağlı olarak aşılabilmektedir. Örneğin OPC-Server yazılımı aracılığı ile her iletişim ağı katmanı arasında haberleşmeyi imkanı mümkün hale gelmiştir. Bu sayede Seviye 0 ağında bulunan bir sensörden alınan bilgi Seviye 1 ve Seviye 2 ağlarında farklı algılama bilgisi olarak ama Seviye 4 ağında örneğin bir bakım bilgisi olarak kullanılabilmektedir.



Bakım yönetiminin otomasyon sistemleri ile etkileşiminde ikinci ve belki de en önemli engeli Durum Bazlı İzleme sistemleri (CBM – Condition Based Maintenance) ortadan kaldırmaktadır.



Varlık yönetim sistemlerinin entegrasyonunda yaşanılan en büyük sıkıntılardan bir tanesi bakım ile ilgili verilerin bakım teknisyenleri tarafından manual olarak girilmesi zorunluluğunun olmasıdır. Bu durum firmanın mevcut bakım kültürünün değişmesine ve bakım personelinin yapması gereken işlerle ilgili pek çok veri girmek için ilave iş yükü almasına ve manual veri girişleri nedeni ile oluşabilecek veri kaybı ve hatalara neden olmaktadır.



On-line CBM sistemlerinin ana faydası kritik ekipmanların belli zamanlarda veya arıza durumunda izlenmesinin yaratacağı problemleri ortadan kaldırmasıdır. Sürekli izlenen sistemlerde oluşan hata ve arızalar anında görülebilmekte ve otomatik olarak tutulan kayıtlar sayesinde yaşanan sorunlara ait kök-neden analizi kolayca yapılabilmektedir.



Varlık yönetim sistemlerine entegrasyon açısından sağlayacağı fayda ise tıpkı proses kontrol sistemleri ile varlık yönetim sistemleri arasında olduğu gibi istenilen verilerin otomatik olarak aktarılmasıdır.



Örneğin bir motora ait veriler Artesis MCM (Motor Condition Monitoring) sistemi ile izlendiğinde;



1. Bu motora ilişkin pek çok parametre sürekli izlenebilir,

2. Mevcut ve gelişen arızaların analizi arızayı oluşturan sebepleri de irdeleyerek gerçekleştirilir.

3. Bakım planlaması için gerekli olan ne kadar zaman içerisinde bakım yapılmalıdır verisi oluşturulur.

4. Bakım sonrası, yapılan bakımın amacına ulaşıp ulaşmadığı kolayca izlenebilir. [6]



Sadece motorlara ait oluşacak arızaların aylar öncesinden tespiti ile dahi beklenmedik duruşlar engellenebilir ve verimsiz çalışan makinalar tespit edilerek bir sanayi tesisinde yüzbinlerce dolar tasarruf sağlanabilir.



MCM sistemi ile elektrik motorlarının üzerine bir sensör takmadan, sadece motora giden besleme hattı üzerinden akım ve gerilim bilgisini kullanarak motora ait mevcut ve gelişmekte olan arızaları aylar öncesinden tespit eder.



MCM sistemi motorlara ait arıza analiz işlevlerinin yanı sıra üç ana fonksiyonu yerine getirir:



1. İzleme: Motorun üç fazına ait akım, gerilim bilgisi, aktif güç (KW), reaktif güç (kVAr) , güç faktörü, gerilim dengesizliği (%), akım dengesizliği (%), frekans (Hz), Toplam Harmonik (%), 3-5-7-9-11-13. Harmonikler (%) sürekli olarak izlenir ve kaydedilir.[6]



2.Hata Analizi ve Teşhisi: Motorda mevcut ve gelişmekte olan Gevşek zemin/komponent,Balanssızlık/eksenelkaçıklık/Kaplin/rulman,Kayış/aktarma elemanı/sürülen ekipman, Rulman, Rotor, Stator/kısa devre, Dahili elektriksel arızalar, Harici elektriksel arızalar, Şebeke durumu ve Yük Durumu arızalarını, arızanın seviyesine ve ne kadar zaman içerisinde bakım yapılması gerektiği bilgisi ile verir.[6]



3. Bakım Planlama: Mevcut ve gelişmekte olan arızaları yeri ve şiddeti ile birlikte ne kadar zaman içerisinde bakım yapılması bilgisi ile birlikte verir. Yapılan bakım sonrasında arızanın giderilip giderilemediği takip edilebilir.[6]



Kullanılacak bir OPC Server yazılımı aracılığı ile yukarıda yer alan veriler farklı otomasyon ve kaynak yönetim sistemlerinde farklı şekillerde kullanılabilir. Örneğin DCSve SCADA motora ait izlenen veriler işletme yönetimi tarafından izlenirken, hata analizi ve teşhis verileri varlık yönetim sistemlerinde arıza ve kök-neden analizi amacı ile kullanılabilir, bakım planlama verileri ERP sistemlerinde bakım yönetimi verisi olarak kullanılabilir.



Sonuç: Maliyetlerin kontrolü ve tasarruf imkanlarının hayata geçirilebilmesi için bakım yönetiminin entegre üretim sisteminin dahili bir parçası olması kaçınılmazdır. Bakım yönetiminde yaşanacak yetersizliklerin engellenmesi firma yönetim ağları içerisine entegre olmuş bir bakım yönetimi ile mümkündür. CBM sistemlerindeki ve iletişim sistemlerindeki gelişmeler bakım yönetiminin, entegre üretim sistemine entegrasyonu sürecindeki bariyerleri ortadan kaldırmaktadır.



Referanslar:



[1] Orbit Magazine (Vol.26 No.2 2006), Enterprise Reliability: Changing the Game, Robert DiStefano, Chairman and CEO Management Resouces Group Inc. distefanor@mrginc.net, Larry Covino, GE Energy Product Line Leader Reliability Consulting and Implementation Serviceslawrance.covino@ge.com



[2] Reengineering the Coorporation (Şirketlerde Değişim Mühendisliği), Michael Hammer, James Champy,(s.31-32)



[3] The Big Picture-Integrated Manufacturing Systems, Dennis Brandl, BR&L Consulting, The Organisation For Machine Automation and Control internet sayfası www.omac.org

(Dennis Brandl’ın OMAC Users sunumunun bulunacağı adres www.omac.org/omac/arc-talks/DBrandl-BRL.ppt )



[4] Total Productive Maintenance, Rolly Angeles, RSA Reliability & Maintenance Consultancy Firm internet sayfası www.rsareliability.com

(Rolly Angeles’in dökümanının bulunacağı adres http://www.rsareliability.com/TPM%20Materials.pdf)



[5] Maintenance in History, Enrique Mora,

http://www.tpmonline.com/articles_on_total_productive_maintenance/tpm/tpmprocess/maintenanceinhistory.htm

[6] ARTESİS MCM Kullanım kılavuzu, www.artesis.com , Haziran 2009



Engin Çağlar



ARTESİS



İş ve Ürün Geliştirme Yöneticisi







Fraktaller(fractals) ve Kaos


“1) Matematik doğanın dilidir.

2)Etrafımızdaki her şey sayılarla tanımlanabilir ve anlaşılabir.



3)Rakamları hangi sistemde grafiğe dökerseniz dökün bir şablon çıkar.


Bu yüzden doğada her yerde şablonlar vardır. Kanıt, bulaşıcı hastalıkları döngüsü, dil popülasyonlarının artması ve azalması, güneş lekesi döngüleri, Nil nehrinin yükselip-alçalması.



Peki Borsaya ne demeli..? Rakamların evreni, bize evrensel ekonomiyi gösteriyor milyonlarca insan bir işte çalışıyor, milyonlarca akıl hızlı ağlar yaşamla doluyor.



Maximillian Cohen 'ın hipotezi;



Borsanın içinde de şablonlar olması……..”



Yukarıdaki bölüm, yönetmen ve senarist Darren Aronofsky’in küçük bütçeli ama harika Pi (3.14…) isimli fiminden. Filmde doğal fraktallere de görsel olarak bol bol yer verilmişti. Film 1998 Sundance Film Festivali, En iyi yönetmen ödülünü almış. Bir şekilde filmi bulup, izlemenizi tavsiye ediyorum. Ben bu yazıyı hazırlarken geçen yıl satın aldığım vcd’sini tekrar izledim ve yazının giriş bölümü için yukarıdaki alıntıyı seçtim.



Fraktaller (fractalls) ve Kaos



İlk kez altı ay kadar önce bir kitapda karşıma çıktığında bu kelimenin ne olduğunu bilmiyordum ya da bildiğim neye dendiğini bilmiyordum da denebilir. Net’te biraz arama motorlarında arayınca neyse ki bulmak çok kolay oldu. Bulmak kolay olmuştu ama benim de bu konuda devamında araştırmam, sıradaki konuların önüne geçmesi ve yazmaya başlamamda bir altı ay sürdü. Yine de bu konuda araştırma yapacak olanlara kaynak sağlayabileceği umudu ile mutluyum.



Morfik Alanlar terminoloji bölümünde tanım olarak yer verdiğim fraktallerle ilgili Sevgili Güneş gönderdiği e-mail de “Bilgisayar mucizesiyle evreni anlamaya daha yaklaştı insanlık. Bahsettiğin gibi buna en güzel örnek fraktaller. Mistik çağrışımdaki 'arşetip' olgusunun bilimsellikte örneklenmesi sanki. Ve diğer önemli kavram, evrenin temelindeki sır, yani "her noktada enerjinin değil, bilginin yaratıcı güç olduğu" fraktellerde karşımıza çıkıyor. İki satırlık bir program, başka bir ifadeyle "küçücük bir bilgi paketi" sonsuz çeşitlemelerle bir evren yaratıyor adeta.” demişti. Benim de fraktallerle ilgili yazacaklarım ve açıklamaya çalışacaklarım bu yönde olacak.



Fraktal aslında bir madename (uydurulan) kelime. Mandelbrot, kendi şekilleri ve boyutları ve geometrisi için bir isim bulması gerektiğini düşünürken, bir gün tesadüfen oğlunun Latince sözcüğünü eline alıp karıştırırmaya başlar. Sayfaları çeviriken gözüne fractus sıfatı ilişir; kırılmak anlamındaki frangere fiilinden türemiş bir sıfattı. Aynı kökten gelen İngilizce fracture ve fraction kelimelerinin sesine de uygun düşüyordu. Bunun üzerine Mandelbrot fraktal kelimesini icat etti. (isim ve sıfat olarak İngilizce ve Fransızca)



Aklın gözüne göre, bir fraktal sonsuzu görebilmenin bir yoludur. (Kaynak1)



“Tabiatçının baktığı, Pirenin biri



Olmuş daha küçük pirelerin yemi,



Var o küçük pireleri de ısıranlar,



Hikayemiz sürer böyle sonsuza kadar”



Fraktal bilim adamlarınca gökyüzünde gördüğümüz, toprakta hissettiğimiz ve bedenlerimizin damarlarında ve sinirlerinde bulduğumuz kaos örüntülerine verilen addır.



Matematikçiler değişik türlerde doğrusal olmayan (geri bildirim) formülleri kullanarak bu doğal fraktalleri taklit etmişlerdir. Ayrıntıları açısından sınırsız olmakla birlikte, matematiksel fraktaler doğal karışıklıklarının sahip olduğu süptilliteden yoksundurlar. Yine de bunlar bilim adamlarını kaosun doğal fraktalleri olası kılan gerçek hareketlerini göz önüne getirmeye daha yakınlaştırır.



Doğal bir fraktalin klasik örneği bir sahil şeritidir. Mandelbrot fraktal fikriyle zarif bir şekilde basit, ama aynı zamanda şeytani bir şekilde karmaşık bir sorunun sorulduğu bir yazı vesilesi ile tanışmıştır: Büyük Britanya'’ın sahil şeridinin uzunluğu ne kadardır? Onun yanıtı kasosun görünüşüne harukulade garip bir anlık bakışlar vermişti.



Britanya’yı bir uydu mesafesinden gördüğünüzü düşünün; bir Dünya haritasındaki Britanya. Girintili, çıkıntılı sahil şeridi kenarınca bir iplik bükün, sonra haritadaki mil ölçeğinin üstüne tutun. Deniz kıyısının uzunluğu ne kadardır? Yanıt basit gibi görünür. Şimdi, bu işlemi daha ayrıntılı ulusal bir harita üzerinden tekrar edin. Bu yeni haritada gerçek deniz kıyısının daha fazla koy ve körfezlerini görürüz. İpimizi bu haritadaki ölçek üzerinde ölçtüğümüzde, sahil şeridinin ölçüsünün daha uzun olduğunu buluruz. Oldukça ayrıntılı bir denizcilik haritasıyla daha uzun bir ölçü ortaya çıkar. Şimdi, bu işi bir de elinizde bir ip parçası ve bir metre şeridiyle, her kıvrım ve dönüşü içermeye yönelik bir çaba harcayarak yaya olarak yapmayı deneyin. Peki bu kıvrım ve dönüşlere moleküler ya da atomik düzeyde inersek? Bu mantıkla Mandelbrot Britanya’nın sahil şeridinin sonsuz olması gerektiği şeklinde şaşırtıcı bir sonuca ulaşmıştır. Buna yalnızca sahil şeridinin sonsuz olmasının yanı sıra, sürekli olarak aşındığı için aynı zamanda bunun sürekli olarak değişen bir sonsuzluk olmasını da ekleyebiliriz. Mandelbrot ayrıca en küçük ıssız adadan tutun Kuzey ve Güney Amerika’nın kendisine kadar bütün sahil şeritlerinin sonsuz uzunluğa sahip olduğunu da ortaya çıkarmıştır.



Bir sahil şeridi dalgaların ve diğer jeolojik güçlerin kaotik hareketiyle meydana gelir. Bu hareketler her ölçekte, daha büyük ölçektekine kabaca benzeyen daha küçük ölçekte bir örüntüyü tekrar eden şekiller üretir. Başka deyişle, kaos biçimler ortaya çıkarır ve kaos bilimcilerin “farklı bir çok ölçekte kendiliğinden benzerlik (self-similarty)” dedikleri şeye sahip olan izlerin arkasında bırakır.



Belirli bir ağacın şekli-tohumdaki genetik programın ve alabildiği güneş ışığı, hava durumu, hastalık, toprağın koşulları, diğer ağaçların konumu vb. de dahil olmak üzere çevredeki akışın birbirine bağlı kaotik dinamiklerin hepsi tarafından üretilmiştir-birkaç ölçekte yansıtılır. Gövde dallara, dallarda daha küçük olan ince dallara ayrılır. İnce dallar, damarlarında dentritik örüntüleri tekrar eden yapraklar içerir. Büyük ölçekli şeklinde ve küçük ayrıntılarında, bu ağaç kendisini yaratan ve devam ettiren kaotik etkinliğin an ve an, tahmin edilemez akışının kendinden benzeşimli bir kaydırır.



Hem doğanın, hem de inan şuurunun biçimlerinde var olması mümkün olan çok geniş bir fraktal kendiliğinden benzerlik dağılımı bulunmaktadır. Bazı fraktal biçimlerde –özel-likle bilgisayar ekranlarında matematiksel formüllerle üretilenlerde- kendiliğinden benzerlik bir dereceye kadar mekaniktir. Diğer fraktallerde-doğadaki ve sanattaki- kendi kendine benzerlik, bu tanıma baş kaldırırcasına farklı olan şeylerle bir arada bulunur.



Mikrokozmos ve Makrokozmos arasındaki fraktal kendiliğinden benzerlik (eşi benzeri olmama ve durumunun ve farklılığın benzersizliğini içerir) dinamik bir sistemin içinde süregiden karmaşık iç geribildirim ilişkilerinin hepsinin bir ürünüdür. Gerçekliğin fraktal özelliklerine dikkat etmek dünyayı oluşturan bir arada tutan gizemli, tahmin edilmez hareketi bir anlığına görmenin bir yoludur. Bilim düşkünü bir kültür için bu görülecek yeni bir yoldur.



Mandelbrot’un doğal dünyanın fraktal olgusunun tanıdık olduğumuz üç boyut-boy-en ve yükseklik –(çizgi, düzlem ve cisimle gösterilen) arasında meydana geldiğini gösterebilmiştir. Bir şeyin boyutlar arasında meydana geldiği fikri ile ne kast edildiğini anlamak için sıradan bir mektup kağıdını düşünün. Kağıt iki boyutluk bir düzlem, boy ve eni temsil etsin. Düzlemi buruşturup bir top haline getirin. Şimdi kaç boyutu var? Tam olarak küre değil, ama artık bir düzlem de değil.



Benzer şekilde, bir sahil şeridi de sıradan tek boyutlu bir çizgiden farklıdır. Tek düz bir çizgiden ziyade bir düzlemin yüzeyinde olabildiğince çok matematiksel noktadan geçecek derecede buruşuk ve kırışıktır. Bu durum, diyelim ki Mandelbrot, bir sahil boyunun boyutunun düz bir çizginin “biri” ve bir düzlemin “ikisi” arasında bir yerde olması gerektiği anlamına gelir.



Fraktaller bilgisayar ekranlarında ünlü Mandelbrot setiyle üretilen çok çekici soyutlamalar sayesinde halkın dikkatini çekmeye başlamıştır. Bu görüntüler matematiksel formüllerin örüntüleridir. Matematiksel formüler, bunun sonucunda, mantık kurallarının şekillendirilmeleridir. Belirli formüllerin kaotik bir güzellik içermesi gerektiği ise oldukça dikkate değer.



Mandelbrot setinden “matematikteki en karmaşık konu” olarak söz edilmiştir. (kaynak2) Karmaşık sayı düzlemi denilen matematiksel yapının bir bölgesinde kurulmuş bir sayılar çalılığıdır. Matematikçiler ve bilgisayarcılar, bu bölgedeki sayılara doğrusal olmayan (geri bildirimli) basit formül ya da bir algoritma uygulayıp, bunu bilgisayar vasıtası ile grafiğe dönüştürdüklerinde belirli bir organik niteliği olan ve sanatı andıran çok çekici görüntüler elde edebilirler.



Mandelbrot setine yakından bakıldığında, bu matematiksel objeler inanılmaz fraktal kendiliğinden benzerlik derinliğine sahiptir. Setin kendisinin büyük ölçekli görüntüsü bile mikro ölçeklerde tekrarlanır. Bunlar mini-Mandelbrotlar olarak adladırılır. Büyük ölçekli Mandelbrot’un hemen ötesinden bunları görebilirsiniz. Bu minilerin de içerisine zoom yapmak ve orjinal şeklin bir varyasyonunu görmek mümkündür.



Matematiksel fraktaller etkileyicidir, ama tekrar tekrar gördükten sonra böyle bir objenin tazeliği solar. Aynı durum, holistik bir kaotik süreçten ortaya çıkan bu sayede sayısız “bölüm” ün süptil bir biçimde birbirleriyle birbirleriyle karşılıklı bağlantı içerisinde olan doğanın yaradılışları için söz konusu değildir; bir algoritmanın tekrarlanması ile üretilen matematiksel bir taklide karşı hakiki kaos. Sonuç olarak doğal fraktaller hiç bir algoritmanın –doğrusal olmayan bir algoritmanın bile-üretemeyeceği bir eşşizlik, kendiliğindenlik, derinlik ve gizem niteliğine sahiptir.



Sayılar 1, 2 , 3,…..tamsayıları olarak kilometre taşlarıyla sınırlanmış bir hat üzerinde uzanmış olarak betimlenirler. Bu kilometre taşları arasında rasyonel sayılar-tamsayıların oranlarından çıkan sayılar – yerleştirilmiştir. Örneğin, 1 ve 2 arasında ½, ¾ , 7/8, 31/32, vb. gibi. Aslında, herhangi iki tamsayı arasında sınırsız sayıda rasyonel sayı bulunmaktadır. Ayrıca birbirlerine ne kara yakın olurlarsa olsun herhangi bir rasyonel sayı çiftinin arasında sınırsız sayıda başka rasyonel sayılar bulunmaktadır. Pisagorcular sayılarhakkında herşeyi bildiklerini hissediyorlardı. Başka herhangi bir şeyin yerleştirilebileceği hiçbir aralık, hiçbir boşluk yoktu.



Daha sonra Pisagor bir dik üçgenin hipotenüsünün karesi hakkında ünlü teoremini ortaya çıkardı. Diğer iki kenarı bir fit uzunluğunda olan bir dik üçgenin en uzun kenarını hesaplamak için bu teoremi kullandı. Sonuçta matematikte daha önce görülmemiş onu dehşete düşürecek bir sayı çıktı: 2’nin karekökü. Bu, kimsenin başka iki sayının bir oranı olarak ifade edemeyeceği irrasyonel bir sayıydı. İrrasyonel sayıyı kağıda dökmeye çalışırsak bunun hiç bir zaman sonuna varamayız. Ne kadar karmaşık olursa olsun rasyonel sayılar daima sınırlıdır ya da 1/3 gibi kusursuz bir biçimde düzenli bir şekilde (0.3333333…) tekrar ederler. Ancak irrasyonel bir sayı sonsuzdur; bir sonraki rakamın ne olacağını gösteren hiçbir iç düzeni yoktur. Daha önce sayılarla doldurulmuş olduğumuz hat üzerinde, irrasyonel sayılar kendi aralıklarını yaratır ve kendilerini buna yerleştirirler.



Bu sonuç öyle utanılacak bir şeydi ki bir süre boyunca Pisagorcu üyeler tarafından bastırıldı. Aslında, bir çemberin çapının çevresi ile ilişkilendirilen Pi Sayısı gibi doğal dünyanın derin anlam taşıyan sayılraının irrasyonel oldukları artık açığa çıkmıştır. İrrasyonellik düzenli bir sayı hattı içindeki bir süresizlik biçimidir. İrrasyonel sayılar sonsuz karmaşıklığın, başka bir türlü düzenli siztem içindeki toplam rastgeleliğin patlamalarıdır. Bu nedenle irrasyonellik hem mantık, hem de kozmozsun tam kalbinde bulunmaktadır. İrrasyonellik ayrıca karmaşıklık hakkında oldukça garip bir şeyler de sergilenmektedir.



Basit bir sistemle başlayalım ve bunun çok fazla karmaşık biçimlerde gelişmesine olanak verelim; böyle olunca, onun iç düzeni daha da zenginleşir, yine de sınırlar içinde, bu karmaşıklık sonsuzlaştığında, sonunda tamamen şans ve rastgelelik gibi-herhangi bir düzenin karşıtı- bir görünüm kazanır. Peki, bu nasıl olabilir? Bir bilgisayara basit bir kural verin; bilgisayar belirli uzunlukta bir rasyonel sayı üretecektir. Kuralı daha karmaşık bir hale getirin, bu sayı daha da büyük olacakır. Yine de bir içi düzen belirlemek her zaman için mümkündür. Bu sayıyı ikinci bir bilgisayara verin, sayının üretilmiş olduğu kuralı çözülebilecektir.



Ancak kural kağıda dökmesi birçok sayfa gerektirecek kadar karmaşıklaştığında ne olacak? Bu kuralı kağıda dökmek için sonsuz sayıda sayfaya gerek duyarsanız ne yapacaksınız? Şimdi, sayı sonsuz bir şekilde uzundur ve hiçbir iç örüntü bulmaksızın yıllarca çalışacaktır. Herhangi bir iç düzeni olmayan bir sayı tanıma göre rasgeledir. Bütün pratik amaçlar için, sonsuz karmaşıklıktan yaratılan bir sayı bu nedenle hiçbir düzeni olmayan rasgele bir sayıya özdeştir. Bu paradoksal sınırda, toplam şans ve rasgelelik sonsuz karmaşıkla özdeş bir hale gelir. Karmaşıklığı çok uzaklara itin, saf şans haline gelir. Basiti sıkıştırın, karmaşıklık patlak verir.



Matematik paradoksun bir kısmını sergiler, psikoloji ise diğer tarafını. Şu an yaşam ne kadar kaotik ve rasgele görünürse görünsün, biz aynı zamanda onun temelini oluşturan bir düzen içerdiğini hissederiz. Yaratıcı uğraşlarla meşgul olan kişiler yeni biçimler yaratmak için çekirdekler ve yollar olarak şansı kullanırlar. Kazara dökülen tuhaf bir boya, bir konuşmanın kulak misafiri olunan bölümü, bir yol işaretinin görünüşü vb. olabilir. Şans olayları yaşamlarımızdaki daha derin bazı örüntülere dair ip uçları verebilir. Psikolog Carl Jung görünüşe göre bağlantısız, ama oldukça anlamlı raslantılara “eşzamanlılık” adını vermiş ve bu gizli örüntüleri okumaya istekli olmamız gerektiğini ileri sürmüştür.



Eşzamanlılık diyince, Eşzamanlılık ve Morfik Alanlar araştırmamdan sonra aldığım bazı e-maillerde, okuyan kişilerinde eşzamanlılık deneyimi yaşadığını öğrendim. Bir kaç örnek vereyim: Yazıyı makinasına save edip, off line okuyan okurken radyoda, benim o yazıya fon müziği olarak seçip, koyduğum müzik çalmaya başlamış. Diğer bir mailde, başka ülkede yaşayan hanım yazıyı okuduktan sonra, Kablo TV’den rasgele bir film seçtiğini, filmi yarısı olduğunu filmin adının ne olduğuna program kitapçığından baktığında ise Xanadu olduğunu görüp çok şaşırdığını yazmış.



Aslında fraktallin tanımı ve işlerliği ile hologram’ın tanımı arasında da benzerlik görünüyor, hologram için bu sitedeki Hologram Teorisi içinde şöyle demiştik “



Hologramın tek şaşırtıcı özelliği üç boyutlu oluşu değildir. Üzerine bir elma imgesi kaydedilmiş bir holografik film parçasını ikiye böler ve ve sonra parçaları lazerle aydınlatacak olursak, her iki yarının da elma imgesinin bütününü kapsamakta olduğunu görürüz! Bu yarım filmleri tekrar tekrar bölerek yine aynı işlemi yineleyecek olursak, bütün elma imgesinin en küçük parçanın üzerinde bile (parçalar ufaldıkça imgeler biraz flulaşmakla birlikte) yer aldığını görerek yeniden şaşırabiliriz. Normal fotoğrafların tersine, holografik bir film parçasının en ufak parçası, bütün üzerinde kaydedilmiş tüm bilgileri kapsamaktadır.” Konuyu fazla dağıtmamak için sadece dikkatinizi çekmekle kalacağım.



“Fraktal nesneleri gelişigüzel bir algoritma ile sondalamak sayesinde çok ayrıntılı enformasyon elde ediyoruz. Bu tıpkı şuna benzer: yeni bir odaya girdiğimizde, gözlerimizi bu odanın içinde belirli bir sıra ile gezdiririz, bu belkide gelişi güzel bir sıradır; böylece oda hakkında iyi fikir elde etmiş oluruz. Oda ne ise odur. Nesne benim ne yaptığımdan tamamen bağımsız olarak mevcuttur.” (kaynak1)



Mandelbrot Kümesi de, aynı şekilde mevcuttur. Mandelbrot kümesi, Peitgen ve Richter, onu bir sanat biçimi haline dönüştürmeden öncede. Hubbard ve Douady onun matematik özünü anlamadan önce de, hatta Mandelbrot onu keşfetmeden önce de mevcuttu. Bilim kendisine bir içerik yarattığı-yani kompleks sayılardan oluşan bir çerçeve ve iterasyonlu fonksiyonlar yaklaşımı yarattığı- andan beri mevcuttu. Ondan sonra oturup, sırrının çözülmesini beklemiştir. Hatta belki daha önce de, doğa, sonsuz bir sabırla ve her yerde aynen tekrarladığı basit fizik yasalarını kullanarak organize olduğu andan beri mevcuttu.



“Bütünü cebinize koyamazsınız, bunun nededi cebinizin bütünün bir parçası olmasıdır. Bu nedenle kendi içinde bir boşluğu vardır" (kaynak2)



Bir şeyleri atlamadan irrasyonel bir sayıyı asla yuvarlayamazsınız. Atlamış olduğunuz şey de bilginizdeki bir boşluktur.



Edward Lorenz ikinci hava durumu tahmininin ilkine uymadığını bulduğunda, onun da sorunu bu kayıp bilgiydi. Lorenz’in deneyimine yer vererek devam edelim:



“1961 yılının kış aylarında bir gün, Lorenz bu ardışık sayı dizilerinin birini uzun uzadıya incelemek istediği bir sırada kestirme bir yol izlemeye kalkıştı. Programı tekrar başa dönüp çalıştırmak yerine ortalarda bir yerden başladı. Makineye başlangıç durumundaki şartları vermek için, daha önce yazıcıdan çıkardığı dizilere bakıp oradaki sayıları klavyeden aynen girdi. Sonra da hem makinanın gürültüsünden kaçmak, hem de bir fincan kahve içmek üzere koridorun sonundaki hole gitti. Bir saat kadar sonra döndüğünde hiç ummadığı bir şeyle karşılaştı; hem de öyle bir şey ki bununla artık yepyeni bir bilim dalı filizlenmeye başlıyordu.



Bilgisayarın yaptığı bu dökümde bir önceki dökümün tıpatıp tekrarlanması gerekirdi. Lorenz aynı sayıları makineye kendi elleri ile girmişti. Programda bir değişiklik yoktu. Oysa Lorenz yazıcıdan yeni çıkan döküme baktığında gördüğü şey şuydu: Hava durumu bir önceki dökümde yer alan şekilden o kadar hızla uzaklaşmaktaydı ki, bir kaç aylık bir süre zarfında, aradaki bütün benzerlik ortadan kalkmıştı. Lorenz bir bu sayı kümesine baktı, bir de önceki sayı kümesine. Sanki bir şapkanın içinden rastgele iki hava durumu seçip almış gibiydi. İlk aklına gelen şey, gene vakumlu tüplerden birinin bozulduğu oldu.



Birden gerçeği farkına vardı. Makina bozulmuş falan değildi. Mesele makinaya işlediği sayılardan kaynaklanıyordu. Bilgisayarın hafızasına kaydedilen ondalık kesir sayıları altı haneydi: .506127. Yazıcıdan çıkan dökümde ise yerden kazanmak için, sadece üç hane görünüyordu: .506. Lorenz sayıları kısaltarak son üç rakamı yuvarlamış, binde birlik bir farkın sonucu etkilemeyeceğini düşünmüştü.



Aslında bu varsayımın akla aykırı bir yönü yoktu. Bir meteoroloji uydusu okyanusun yüzeyindeki sıcaklığı binde birlik bir hassaslıkla okuduğunda, uzmanlar kendilerini şanslı addediler. Lorenz’in Royal McBee’si klasik programı uyguluyordu. Tamamiyle determinizme dayalı denklemler sistemi kullanmaktaydı. Belirli bir çıkış noktasından hareket edildiğinde hava durumunun her seferinde tıpatıp aynı gelişmeyi göstermesi gerekirdi. Biraz daha farklı bir çıkış noktasından hareket edildiğinde, hava durumunun da biraz daha farklı bir gelişme göstermesi gerekecekti. Küçücük bir sayı hatasının rüzgarın hafif esintisinden farkı yoktu; tabi ki hafif esintiler hava durumunda önemli, büyük ölçekli değişimleri getirmeden önce ya zayıflayıp ortadan yok oluyorlar ya da birbirlerini dengeliyorlardı. Oysa Lorenz’in kendine özgü denklemler sisteminde küçücük hatalardan büyük felaketler doğmaktaydı.



Bunun üzerine Lorenz birbirinin hemen hemen aynı olan iki hava durumu işleminin birbirinden bu kadar nasıl uzaklaştığı konusunu daha yakından incelemeye karar verdi. Çıktılardaki eğrilerden birini saydam bir kağıda kopyaladıktan sonra diğerinin üstüne tatbik ederek ne tarz bir ayrılık gösterdiğini tespit etmeye çalıştı. İlk başta, ne tarz bir ayrılık grafikteki iki yüksek nokta en küçük ayrıntısına kadar çakışıyordu. Sonra eğrilerden biri kıl payıyla diğerinin gerisinde kalmayı başlıyordu. İki işlem devam edip, eğriler bir sonraki yükseliş pozisyonuna geldiğinde, artık aralarındaki uyum gözle görülür derecede kaybolmaktaydı. Üçüncü veya dördüncü yükseliş noktalarında, artık aralarında hiç benzerlik kalmamıştı.



Ancak, bu noktada Lorenz’in matematiksel sezgisinden kaynaklanan bir takım nedenler devreye girdi. Felsefi açıdan bakıldığında bir şeyler yerli yerine oturmuyordu. Oysa, olay uygulama açısından akıllara durgunluk verecek derecede büyük önem taşıyordu. Bu denklemleri aslında dünyamızın hava durumunu üstünkörü bir şekilde canlandırmak amacıyla kurmuş olmasına rağmen, içinden bir ses aynı denlemlerle gerçek atmosferin özünü yakalamış olduğunu söylüyordu. Bu ilk günün neticesinde, uzun süreli hava durumu tahmininden bir sonuç alınamayacağına hükmetti.



Karmaşık sistemlerin modellenmesinde bilgisayarların ilk kullanıldığı alan olarak hava durumu tahmini, böylece yepyeni bir alan açılmasını sağlamış oluyordu. Uskur dizayncılarını ilgilendiren en küçük ölçekli sıvı akışlarından, ekonomistleri ilgilendiren geniş çaplı para akışlarına kadar her alanda ileriye dönük tahminlerde bulunmayı ümit eden araştırmacılar, ister tabii bilimci olsun, ister sosyal bilimci olsunlar hep aynı tekniklerden yararlanmışlardır. Hakikaten, yetmişli ve seksenli yıllarda, bilgisayarlarla ekonomik durum tahmini yapma konusu global hava durumu tahmini yapmak konusuyla gerçek anlamda bir benzerlik göstermiştir. Modeller, başlangıç durumundaki-atmosfer basıncı ya da para arzı gibi-şartların ölçümünü gelecekteki trendlerin simülasyonuna dönüştürmek amacıyla düzenlenmiş olan karmaşık denklemlerle içi içe girip karışmıştır. Programcılar, önlenmesi mümkün olmayan sadeleştirme varsayımları dolayısıyla sonuçların olmayacak şekilde çarptırılması beklentisi içinde olmuştur. Model, - Büyük Sahra’yı sel bastırmak ya da faiz oranlarını üç katı yükseltmek gibi – göze batacak derecede acaip bir şeyler yapmaya kalkıştığında programcılar denklemleri tekrar elden geçirip, sonucu olması gerektiği şekle sokmuşlardır. Uygulama bakımından, geleceğin getireceği olaylar konusunda ekonometrik modellerin gözleri malesef bağlı kalmış, üstelik bunu en iyi bilmek durumunda olan pek çok kimsede alınan sonuçlara inanmış gibi davranmışlardır. Ekonomik kalkınma ya da işsizlikle ilgili tahminler açıkça söylenmemekle birlikte iki ya da üç ondalık kesirlik bir hassaslıkla ifade edilmiştir. Hükümetler ve finansal kurumlar, ya ihtiyaç duydukları ya da işsizlikle ilgili tahminleri bedeli karşılandığında sağlamış ve icraatlarını bunlara dayandırmışlardır. Muhtemeldir ki, “tüketicinin iyimserlik katsayısı” gibi değişkenleri “nem oranı” gibi kolaylıkla ölçmenin mümkün olmadığını, üstelik politik hareketler ve moda için henüz mükemmel diferansiyel denklemler yazılmamış olduğunu onlar da biliyorlardı. Ne var ki, akış olayını bilgisayarda modelleme süresince çok fazla ümit bağlanamayacağını bilenlerin sayısı pek azdı; hatta mevcut verilerin yeterince güvenilir sayılması ve hava durumu tahmini alanında olduğu gibi, kanunların tamamen fiziksel olması halinde bile durumda fark yoktu.



Bilgisayarlı modelleme evvelce sanat sayılan meteorolojiyi bilime çevirmekte gerçekten başarılı olmuştur. Avrupa’daki merkezce yapılan değerlendirmelere bakılırsa dünyada heryıl hava durumu tahminleri sayesince milyarlarca dolar tasarruf edilebilirdi; istatistik açısından da bakılırsa bu tahminlere sahip olmak elde hiç bir şey olmamaktan daha iyi idi. Ne var ki, dünyanın en iyi hava tahminleri bile iki, üç günden öteye gitmiyor, bu süreyi aştığında spekülasyona dönüşüyordu.



Bunun sebebi Kelebek Etkisi (*) idi. Meteorolojideki küçük olaylar açısından bakıldığında (global ölçekte bakarsanız küçük olaylar denilince fırtınalar ve tipiler kastedilir) her tahmin hızla değer kaybeder. Hatalar ve belirsizlikler çoğalmakta, zincirleme olaylar halinde gittikçe azalarak anafor ve boralardan sadece uydulardan görülebilecek şekilde bütün kıtaya yayılan burgaçlara kadar şiddetini arttırmaktadır. “ (Kaynak1)



* Kelebek Etkisi : Başlangıç durumundaki şartlara hassas bağımlılık. Gerçek hayatta olduğu gibi bilimde de, birtakım zincirleme olaylarda küçük değişiklikler çok büyük sorunlar haline getiren bir kriz noktası bulunduğu bilinir.



Kayıp bilgiyi kaos teorisinin hilekarı olarak düşünün!!!



“Bugün geriye dönüp baktığımızda, Doğa'nın sembolik dili olarak gördüğümüz sayıların etkisini, o asla bozulmayan analojiyi görür ve sorarız: Dünya neden böyle ve Doğa'nın işleyişini çözmemizi ve öngörmemizi sağlayan matematiğin şu ilginç dili neyin nesi? Kısacası, onu biz mi icat ettik yoksa keşfettiğimiz bir şeyin parçasımıydı? Eğer onu keşfettiysek, bu onun bizden bağımsız olarak varolduğu anlamına mı geliyor? Eğer böyleyse nerede varoluyor? Kesinlikle içinde yaşadığımız zaman ve mekanda değil, çünkü onlar aynı matematik tarafından tanımlanabiliyor. Ama eğer başka bir alanda varoluyorsa, biz diğer matematiksel biçimler dünyasıyla nasıl oluyorda temas kuruyoruz?” (kaynak6)



“Matematik sadece bir analojimidir, yoksa belirli düşüncelerden oluştuğumuz fiziksel gerçeklerin yapıldığı maddemidir? “ (kaynak6)



Hülya Xxanadu



17.02.2002



Kaynaklar:



Kaos, James Gleick, Tübitak Popüler Bilim Kitapları.

Kaos ve Yedi Yaşam Dersi, John Briggs & F. David Peat, Ege Meta Yayınları.

Kaostan Düzene, İlya Prigogine & İsabelle Stengers, İz Yayıncılık.

Bu sitedeki Eşzamanlık ve Morfik Alanlar bölümündeki kaynaklar.

Bu sitedeki Hologram Teorisi bölümündeki kaynaklar.

Gökteki Pi, Saymak, Düşünmek ve Olmak, John D. Barrow, Beyaz Yayınları.

Dip Notlar:



Bir fraktal programı edinmek istiyorsanız, “fractal maker download” gibi bir anahtar kelimelerle ile arama motorlarında bulabilir ve down load edebilirsiniz.



Sn. Sinan Canan’ın sitesinde ki fraktallerle ilgili bölüme de bakınız.





Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2011

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2009

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2007

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2008

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2015

Kendi Çalışmalarım

Kendi Çalışmalarım
2009